uzun zaman geçti ve bizler büyüdük. on dokuz yaşımıza geldiğimizde osamu ve ben tokyo'da iyi birer üniversiteye gidiyorduk.
atsumu ise üniversitesini feda etmiş ve voleyboldan vazgeçmemişti. büyük azminin sonunda (babasının da çabasıyla) bir takımda oynamaya başladı. başlarda hiç mutlu olmadığını söylemişti osamu. çünkü yüzde yüz bir performansla oynayamıyormuş o takımda. fakat sabrettiğinde birçok şeyin çok güzel olduğunu görmüştü. bu yüzden yılmadı. o zayıf takımı en tepelere taşıdı. ve bunun sonucunda da bir yetenek avcısı tarafından keşfedildi.
osamu ile ailelerimizin haberi olmadan buluşur, birbirimizde kalırdık. en azından onu kaybetmediğimi bilmek kalp acımı hafifletiyordu. bana verdiği teselliler için ona minnettarım.
yine osamu'da kaldığım bir günde, o abur cubur almak için markete gitmiş ve ben de küçük salonunda oturuyordum. kapı çaldığında gelenin osamu olduğunu düşünüp ayaklanmış ve dürbününden bakmadan açmıştım kapıyı.
"'samu-" duraksamıştı. en az benim kadar şaşkın görünüyordu. birbirimize şaşkın şaşkın bakarken dikkatimi duyduğum ses dağıttı. atsumu'nun kucağındaki bebeğe bir süre boş boş baksam da gözlerim sonradan hızla büyümüştü.
"atsumu bu bebek de nereden çıktı?"
dudağını ısırdı. ayakkabısının arkalarına basarak onları çıkarıp içeri geçti. ben de kapıyı yavaşça kapatıp peşine takıldım. koltuğa oturdu ve bebeği yanına koydu. dizlerine eğilip ellerini saçlarına geçirdiğinde hiçbir şey söylemesine gerek kalmadan durumu idrak etmiştim.
kızdım. çok kızdım içimden ona. düşüncesizliği yüzünden çok sinirliydim. fakat sustum. düşüncelerimi sesli bir şekilde dile getirmedim.
yavaşça koltuğa yaklaşıp bebeği kucağıma aldım ve bir elimi sırtına bir elimi de başına yerleştirip tuttum onu. çok güzel bir çocuktu. (hâlâ da çok güzel)
tebessüm ettim ona. hiç susmayışı ve sürekli sesler çıkarması çok şirindi benim açımdan. "merhaba, miya." dedim fısıltıyla ve nazikçe. "merhaba güzelim." odada ağır ağır bir köşeden bir köşeye giderken bebekle konuşuyordum. "buraya amcanla tanışmaya mı geldin, ha? ne kadar güzelsin böyle. babana çekmeyecek olmana sevindim."
"kes sesini. tamamen bana çekmiş bir kere." gülerek ona baktım. homurdanarak başka bir tarafa baktı.
bebeği koltuğa koyduktan sonra yere çöktüm ve konuşurken çok daha fazla eğlendiğini keşfettiğim minikle sohbet etmeye başladım.
"minicik..." diye fısıldayıp eline uzandığımda, serçe parmağımı kavrayışını unutmuyorum. neredeyse ağlayacaktım. "nasıl yapabilirsin bunu?" atsumu'ya o kadar kırgın bakmıştım ki, şaşkınlığını anlayabiliyordum. "bu güzelliğe bakacaksın öyle değil mi?" gözlerini kaçırdı. cevabımı almış olsam da direttim. "atsumu, cevap ver. bu bebeğe kıyamazsın değil mi? sorumluluğu alacağını söyle."
"nasıl yapayım? bir voleybol kariyerim var ve ona bakabileceğimi sanmıyorum." sıkıntıyla saçlarını dağıttı. "osamu ne yapacağını bilir." diye mırıldandı. "o ne yapılacağını bilir..."
fakat osamu eve geldiğinde en az benim kadar şaşırmış ve sinirlenmişti. atsumu'nun sandığının aksine ona çözüm önerileri sunmadı ve başka bir odaya çekip dakikalarca azarladı onu. o esnada ben uyumuş kalmış olan miniği seyrediyordum. eğer atsumu onu bir yetimhaneye verecek olursa ne onu affederdim ne de kendimi.
ikizler tartışmayı bitirip geldiklerinde ikisi de ne yapacaklarını bilemez haldeydiler. anne ve babalarının durumu öğrendiğinde verebilecekleri tepkiler belliydi. geçmişteki gibi atsumu değersizleşirdi. hatta belki de osamu'ya bile çatabilirlerdi.
"yetimhane-"
"kapa çeneni." atsumu benim emrimle birlikte susmuştu. tekrar bebeğe döndüm ve minik elini öptüm. "bir ismi var mı?" diye sordum.
geldiğinde çıkardığı hırkasının cebinden bir şey aldı ve bana verdi. miniğin kimliğiydi bu ve henüz bir aylık olduğunu o sayede öğrendim.
"miyo." diye fısıldadım. hayatımda gördüğüm en güzel kızdı kesinlikle miyo. "annesi peki?"
"bebeği elime tutuşturdu ve gitti. bir haftadır ona ulaşamıyorum."
iç çektim. "gerçekten herkes anne baba olmamalı..."
o gün sabaha kadar düşündüm. atsumu da benim gibi hiç uyumadı ve bir kez kahve yapıp getirdi bana. teşekkür etmedim.
sabah olduğunda kararımı vermiştim. belki sonunda pişman olacaktım ama anne babasının günahını miyo ödeyemezdi.
"atsumu," koltukta oturan ve ellerine bakan oğlan kafasını kaldırdı. bana baktı. ne diyeceğimi anlamışa benziyordu ve bu yüzden gözlerinde tarif edemeyeceğim bir ifade vardı. sanki acı çekiyordu o anda. "miyo'ya..." dedim yavaşça. "ona ben bakabilir miyim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kırmızı kapaklı anı defteri # sakuatsu
Fanfiction# angst degil sakuatsusuz son. ❝miyo sadece senin kızın değil.❞ mutlu son mu? söz veremem.