"Ama senin dudaklarını tekrar hissetmek, yumuşakça bana yönelen sözlerini dinlemek için duyduğum sabırsızlığın yanında arkadaşlık ya da benim varoluşum neydi ki! Ben seni işte böyle sevdim; artık her şey bittiği, geçmişte kaldığı için bunu sana rahatça söyleyebilirim. Ve sanırım beni ölüm döşeğinden çağırsan, birden ayağa kalkıp sana gelecek gücü bulurdum."Arkamdan gelen bağırışlarla, kitabın kapağını kapadım. Kafamı geriye doğru çevirip kısa bir bakış attığımda, Jin'in bana doğru koştuğunu gördüm. Etraftaki kimseyi umursamadan, ta bahçenin bir ucundan bana doğru; "Taehyung! Seni yaramaz çocuk! Yine nereye kayboldun sen!" diye bağırıyordu bir yandan da.
Jin üstündeki beyaz gömleği ve pantolonuyla, tam bir prense benziyordu. Yakışılıklılığı yetmiyor, kasabanın dandirik okuluna gelirken bile şık olmak için dikkat ederdi. Bu dikkatinin de karşılığını alır; göz hizasında bulunan herkesin ona kitlenmesini ve büyülenmesini sağlardı. Benim dışımda.
Söylenmeye devam ederek geldiğinde, kıkırdayarak önüme dönmüştüm. Ağaca geri yaslanıp, yüzümü gölete döndüm. Bir dakika sonra yanıma otururken; "Neden beni beklemeden geliyorsun okula? Tek başıma yolda çok sıkılıyorum. Hem sana anlatacaklarım var ne oldu inanamazsın." diyerek sırıttı. Karşılık olarak omuz silkmiştim. Yolda gelene kadar konuşacak ve çekiştirecek kimse olmadığı için sıkılıyordu asıl.
"Daha dün bütün gün birlikteydik, Jin. Şu kasabada ne olmuş olabilir ki inanamayayım?" dedim göz devirerek. Yana bıraktığım kitabımı alırken, onun da göz devirdiğini gördüm. "Hem her dakika senin suratını görmek zorunda değilim. Kusucam artık."
"Sen bu yüzüme kurban ol be, geber." dedi, eliyle suratını gösterip. Sonra da elimdeki kitabı alıp; "Ne var sürekli bunu okuyup duruyorsun? Bok mu var?" dedi. Sürekli bu kitabı okumuyordum. Hislerimin bulanıklaştığı zamanlarda yanımda olsun istiyordum. Kahvenin yanında bir tutam çikolata yemek gibi; acıyı tatlandırmak içindi.
"Sen ne anlarsın? Yeni doğmuş bir bebekten daha az duygulara sahipsin sen." dedim, elindeki kitabı almaya çalışarak. Ama elini havaya kaldırmış, kitabı benden uzaklaştırmıştı. Bacaklarına basarak üstüne çıktığımda, çığlığını atıverdi. "Bu da demek oluyor ki, sadece basit duyguların insanısın."
"Sen niye durduk yere beni gömüyorsun?" diyerek kaşlarını çattı. Hâla kitabı benden kaçırıyordu. Çok sakat bir konumdaydık. Kucağına çıkmış, resmen iç içe geçmiş şekilde kitap için kavga ediyorduk. Eğer doğduğumdan beridir tanıdığım insanların arasında olmasaydım, utançtan hareket edemezdim. "Yırtayım mı he?"
Sorusuyla gözlerim kocaman açıldı. Ellerimi bir anda boğazına sarıp; "Jin yemin ederim seni boğarım." dedim. Ve o anda kavgamız iyice çığrından çıkmıştı. Ben onun başını, arabalara konulan kafası sallanan köpekler gibi, bir o yana bir bu yana sallarken; Jin'de benim popoma şaplaklar atıp, avazı çıktığı kadar bağırıyordu. İnanın bana şu halimiz, kasaba sakinleri için o kadar normal bir haldi ki; dönüp bakmıyorlardı bile.
"Seni koca götlü!" diye çığırdı Jin ve elimi ısırdı. "Bütün kitaplarını yakacağım!"
Neden bilmiyorum ama birden iyice gaza gelip; "Öldüreceğim seni ağğ!" diye bağırmıştım. Ve o an birçok şey aynı anda oldu. Ayırmak için bize doğru koşan Yoongi'ye gözümün kaymasıyla, Jin'in bundan yararlanıp üstüme çıkması o sırada da kitabımın göle doğru uçması ve birbirimize bakıp çığlık atmamız, Jin'e kollarımı sarıp top gibi yuvarlana yuvarlana göle atlamamız aynı ana denk gelmişti.
Şlop sesiyle göle düşmüştük. Ne olduğunu kavrayamadığımdan biraz su yutmuş, burnuma da kaçırmış ve öksürerek yüzeye çıkmıştım. Gözlerimi silip etrafıma bakındım. Göl kenarında duran Yoongi; "Siz gerçekten kafayı yemişsiniz." diyerek söyleniyordu. Biraz uzağımdaki Jin ise ıslanmış, buruş buruş olmuş kitabımı gösterip; "Yemin ediyorum, yenisini alacağım beni öldürme." diye yalvarıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
devil's choice | taekook
Teen FictionÇünkü yeryüzünde hiçbir şey, karanlıktan gelen bir çocuğun fark edilmeyen sevgisine benzeyemez.