"Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içerisindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ne anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin..."
Satırı sindirebilmek için yeniden okudum. Bir an Jungkook'la olan ilişkimi anımsattı; sonra saçmaladığımı düşündüm. Acılarımızı görüyor, hatta daha da kötüsü hissediyorduk. Onun canı bir yanıyorsa, benimki onu izlerken katlanıyordu. Biz birbirimizi anlıyorduk, ama bu çözmeye yetmiyordu.
Tünediğim cam kenarından, dalgın bakışlarımı dışarıya dikmiştim. Mor Kuyusu, ruh emicilerin istilasındaymış gibiydi; gri ve pusluydu. Yine. Kafamı yukarı doğru kaldırıp, gökyüzünü görmeye çalıştım. Hiçbir şey göremedim. En az içim kadar koyuydu yukarısı da.
Bakışlarım odamdaki hareketlenmeyle içeri kaydı. Yoongi sandalyemi aynanın önüne çekmiş, saçıyla oynuyordu. Temiz tişörtü kalmadığından benden arakladığı ve ona olan tek kıyafetim, sıfır kol fermuarlı üstü giymiş önünü açık bırakmıştı. Bakışımı yakaladığında, tutamlarını gözlerine doğru indirip; "Saçımı sence böyle mi yapayım," dedi. Hemen sonra dağıtıp, geriye doğru attı; "Yoksa böyle mi?"
Cevap vermeden kitabıma geri döndüm. Ona anlattığım iddaa konusunu, tüm okula yaymasından dolayı sinirliydim. Ne olursa olsun, Jungkook'u bu şekilde kullanmazdım; yaramız vardı. Bir daha kanatamazdım.
Uyarmama rağmen Hoseok'un Yoongi'ye haber vermesi, Yoongi anlattıklarımı diğerlerine yayması; beni hiç de dikkate almadıklarını gösteriyordu. Ve bu durum, canımı daha önce sıkmadığı kadar sıkıyordu. Geçmişte bu gibi anlar varsa dahi hafızamı zorlasam da hatırlayamıyordum. Belki de o zamanlar değer vermediğim, umursamadığım konular üzerinde yaşanmıştı bu dikkate alınmamazlık. Ama şimdi durum farklıydı. Görmezden gelinmelere, sözlerimin önemsenmemesine, 'Taehyung zaten bu konuda ciddi değildir, takılmaz' denilerek söylenecek her söz, kırılacak her pot ve gerçekleşecek her aksiyon Jungkook'u ve beni acıtabilirdi.
Tekerlekli sandalyeyi kaydırıp, dibimde durdu. Elini bacağıma attığında, itmiştim. Vazgeçmeyip, kitabın sayfasını avcuyla kapadı bu sefer. "Daha ne kadar kızgın olacaksın bana?" diye sordu, kafasını bacağıma yaslayıp.
Kitabı elinden kurtarıp; "Sen beni anlayana kadar." dedim. Kafasını da bacağımdan ittim.
Yoongi'ye olan sevgim çoğunlukla kızgınlığımın önüne geçmişti. Ona birçok şeyi borçluydum; en önemlisi ilk aşkımdı ve bu ilk, tecrübesiz aşkın kalbimi kırmamasını sağlamıştı. Sürekli kitap okuyan, insanlarla göz göze gelince bile utanan küçük Taehyung'un elinden tutmuş kabuğundan çıkarmıştı. Fark ettirmeden, yavaş yavaş işlemiş ve özgüvenli biri haline getirmişti. Öyle ki, birkaç sene sonra Hoseok'un dans ekibine katılacak, gösteri sergileyecek kadar cesur; üniversitede temsilci olacak kadar sorumluluk sahibi; kasabadan uzaklaşıp, tatillerini şehirde geçirecek kadar da kendine güvenen biri haline getirmişti. Bunları yaparken çocuğuna bisiklete binmeyi öğreten ebeveynler gibiydi; önce benimle beraber adım atıyordu sonra da geri çekilip, gururlu gülümsemesiyle ilerlememi izliyordu.
Eğer kalbimin kırgınlığını, canımın acısını bilse iyileştiremezse, kasabayı yakardı. Buna emindim. Çünkü yapmıştı; ben de onun için yapardım ve yapmıştım. Birbirimize korkunç bir bağ ile bağlıydık. Farkındaydım.
Sandalyeden kalkıp, cam kenarına ayaklarımın ucuna oturdu. Dikkatimi ona vermem için kitabı elimden çekip aldı. "Ya aşkım seni anlıyorum." dedi, gözlerimiz buluştuğunda. "İnan bana önemli değil sandım, evet hata ettim. Ama ne bileyim, konu Jungkook, umursayacağını düşünmedim." Bu kadar kızgın olduğum için hâla şaşkındı. Jungkook'u nasıl umursadığımı bilse, acaba neler olurdu, diye düşünmeden edemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
devil's choice | taekook
Ficção AdolescenteÇünkü yeryüzünde hiçbir şey, karanlıktan gelen bir çocuğun fark edilmeyen sevgisine benzeyemez.