"-Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?"
Kitabım avuçlarım arasından çekip alınana kadar, aynı cümleyi kaç defa okuduğumu bilmiyordum. Arada sesli dile getiriyor, "hep ama hep yoluna devam eden" kısmında sesimin titremesine engel olamayıp, hıçkırıklarımı yutuyordum. Sayfa ıslaktı; sırılsıklamdı aslında. Ama yine de bu dizeleri, mürekkepleri aynı benim kalbim gibi dağılmış, birbirine girmiş haliyle ezberimden okuyabiliyordum.
"Her yerde seni aradım! Meraktan kafayı yiyordum!" diye bağırdı Jin, kitabı cam kenarına bırakıp. Aslında fırlatırdı, ama geçen gün olanlardan sonra cesaret edememiş olmalıydı. "Pürüzsüz cildim artık bu kaoslardan pul pul dökülüyor."
Burnumu elimin tersiyle silip, kafamı kaldırdım. Flu görüyordum. Gözleri soyunma kabininde geziniyordu. Kafasını eğip, sonunda bana baktığında ifadesi darmadağın olmuştu. Daha fazla bakamayıp, başımı eğdim. Hemen önümde diz çöküp, bağdaş yaptığım bacaklarıma avcunu dayayıp yüzüme bakmaya çalıştı.
"Eğer seni o çakma Edward Cullen ağlatıyorsa, önce seni döverim sonra da onu!" diyerek sinirle tısladı. Çakma Edward Cullen Jungkook oluyordu. Bunun hikayesini daha sonra anlatmak istiyorum, çünkü onunla ilgili hiçbir şeyi düşüncelerim arasında barındırmak istemiyordum.
Kafamı diğer tarafa çevirip, bakışlarımı kaçırdım. Gözlerimi kapatıp, bir süreliğine karanlığa hapsettim kendimi. Dile getirmek için gereken gücü toplamam gerekiyordu. Jungkook ve Yoongi'nin isimleri iki ayrı kutbu temsil ediyordu; doğu ve batı, güney ve kuzey, Atletico Madrid ve Barcelona, Malfoy ve Harry, Tesle ve Einstein'dı onlar. Birbirlerinin karşıtı ve düşmanı. En azından ben öyle sanıyordum.
Jin'in kirpiğimde asılı kalan yaşı silmesiyle gözlerimi açtım. Bana öyle bir bakıyordu ki, sırf onu telaşlandırmamak için bile ağlamamı durdurmak istiyordum. Ama durmuyordu! Jungkook'a birinin dokunması bile bana cehennemi yaşatırken, bu kişinin Yoongi olması beni öyle bir yakıyordu ki nefes almak istemiyordum.
"Bak sana ne demiştim? Eğer onun yüzünden bir daha üzülürsen, her şeyi Yoongi'ye anlatırım!" dedi, üzerine basa basa. Gözlerim telaşla onunkilere bulurken, bir şeyler söylemek istiyordum ama sesim çıkmıyordu. Ayaklandığında ne yapacağımı bilemeyerek sıkıca eline yapıştım. "Hayır yeter artık üzüldüğün. Seni böyle görmek istemiyorum, hayatını mahvetti ya! Yüzünde gülümseme eksik olmayan çocuk, her gün ağlıyor. Ben gidiyorum, Yoongi'ye anlatacağım!"
Tam arkasına dönmüşken; "Jungkook'la takılan kişi Yoongi'ymiş!" diye bağırdım. Ve durdu. Süpürge odasında, can kırıklarımla dakikalarca durmam gibi. Sonra yavaşça bana döndü ve alayla gülmeye başladı. Daha çok çalıştı. Ama akan yaşlarımı izledikçe, gülüşü soldu. Yeniden önümde diz çökmüştü, bu sefer onunda güzel suratını soldurmayı başarmıştı.
"Şaka yapıyorsun değil mi?"
Hâla üzerimde olan ceketin kol kısmını kıvırdım ve JK işlemesini gösterdim. "Jungkook'un." dediğimde, ifadesi daha da dağılmıştı. Nasıl olmuştu acaba? Yoongi çıkarken yanlışlıkla Jungkook'un ceketini mi almıştı? Ya da Jungkook kalbimi paramparça etmek için bilerek ve isteyerek mi vermişti ceketini Yoongi'ye.
Nasıl, nasıl sorusu zihnimde dolanıp duruyordu. Jungkook'a o kadar kapılmış haldeydim ki, aptal adetler edinmiştim onunla ilgili. Kafasında yeni bir şapka mı görüyordum; hemen gözümde canlanıyordu o şapkayı ilk görüşü, denemesi, beğenmesi ve aynadan kendine bakarken gülümsemesi. Yemek fotoğrafı mı attı; hemen hayal ediyordum yiyişini, dudaklarını öne doğru uzatmasını, doymayıp bir tane daha sipariş etmesini. Korkunç bir alışkanlıktı bu, kopamıyordum. Şimdi de canlanıyordu gözümde; birbirlerine dokunuşları. Üzerime karabasanlar çökmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
devil's choice | taekook
Novela JuvenilÇünkü yeryüzünde hiçbir şey, karanlıktan gelen bir çocuğun fark edilmeyen sevgisine benzeyemez.