"Yalnızım ama bir kente inen ordu gibi yürüyorum."
Bütün hıncımı ayakkabım ve döve döve bastığım taşlı yoldan çıkarırken; tam olarak öyle hissediyordum. Boş sokakta yapayalnızdım. Bu yüzden delirmek için kendime izin verdim. Elimde tuttuğum ceketi yere savurup, birkaç kez vurdum. O hıncını arabasından, ben ise kot ceketimden çıkarıyordum.
Bu gecenin kavgalarla başlayıp, yine kavgayla son bulduğuna inanamıyordum. Hem de neydi bunun sebebi? Yoongi'nin beni araması. Sadece bir telefon çağırısı, cevap bile vermediğim. İsmini görmesi bile onu çıldırtmaya yetmişti. Geçen onca senede Yoongi'ye art arda yenilmesi, Jungkook'un sinirlerini çok bozmuş olmalıydı. Fakat bilmiyordum ki. Jungkook'un bana aşık olduğundan bir saniye bile olsun şüphelenmemiş, Jin'i her defasında abartmakla suçlamıştım.
Ama itiraf etmeliyim ki, hiç de dikkat etmemiştim. Hayatımı Yoongi'ye ve Mor Kuyusu'na o kadar odaklamıştım ki, diğer her şey bulanıktı. Jungkook'la birkaç anım varsa bile, hatırlamıyordum. Hafızamda yer edecek kadar önem vermemiştim. Çünkü o zamanlar -biraz abartıydı biliyorum- ilgimi Yoongi dışında birine verirsem, ona ihanet etmiş hissediyordum. Sonra bu his değişmiş, korkum da farklı bir boyuta atlamıştı; Yoongi'nin Mor Kuyusu karanlıklarına karışma korkusu. Eğer elinden tutmazsam, her gün onun yanı dibinde olmazsam kayıp gidecekmiş gibi hisseder; daha çok o öyle hissettirirdi. Bir gün uyandığımda fark ettim ki, bu benim hayatıma yön veren bir sorumluluk haline gelmişti. Peki düzeltebildim mi? Hayır. Çünkü Yoongi'yi kaybetmeye göze alamadım, alamam.
Yoongi'yi düşünürken telefonuna cevap vermediğimi hatırladım. Bu akşam ondan gelen hiçbir çağrıya, mesaja cevap vermeyeceğime buluşmayı bok etmeyeceğime dair kendime verdiğim söz Jungkook tarafından bozulduğundan; onu aradım.
Selam bile vermeden; "Ne-den biraz önce açmadın?" diye sordu. Sesindeki uykulu ve boğuk tondan yatakta olduğunu anlamıştım. Büyük bir ihtimal onu aramamı beklerken uyuyakalmıştı. Bu içimi biraz da olsun yumuşattı, tanıdık bir sıcaklığa bıraktı. "Merak ettim seni."
"Kayıyordum, duymadım."
Hışırtı sesleriyle yatakta doğruldu, galiba. "Düştün mü?" diye sordu endişeyle. "Bir yerine bir şey oldu mu? Hastaneye gittin mi? O Barbie neredeydi acaba sen düşerken?!" Konuşmama izin vermeden sıralamaya devam ederken, sesler de çoğalıyordu. "Geliyorum."
Kendimi tutamayıp kahkaha attım. Paten yapmayacağıma o kadar emindi ki, kayıyordum cümlesi ona sadece düşmeyi çağrıştırmıştı. Bu arada Barbie dediği de Jin'di."Saçmalama Yoongi, kayıyordum diyorum ya. Buz pateni yapıyordum işte. Düşmedim." dedim, yeniden gülmeye başlayıp. Biraz önce sinirden kaldırım taşlarıyla dükkanlara dalasım varken, şimdi gözlerimden yaş akana kadar gülüyordum. Hayat biraz böyleydi galiba.
"Sen?" dedi şaşkınlıkla. "Buz pateni yapıyordun?"
"Korkumu yendim." dedim omuz silkip. Bir yandan da yeri dövmeden yürümeye başlamıştım. Yoongi'nin sesini duymak bile iyi gelmiş, beni sakinleştirmişti.
"Şaka yapmıyorsun değil mi?" diye sordu yeniden. Sonra kısa bir küfür savurdu gülerek. "Sana senelerdir yalvarıyorum benimle kay seni tutacağım diye, ama gittin o Barbie'yle mi kaydın?"
"Jin'le değil." dedim ve duraksadım. Daha önce Yoongi'ye yalan söylemediğimden, bu konuda tecrübesizdim. Ve benim onu kolayca yakaladığım gibi, onun da beni yakalamasından korkuyordum. "Ona güvenir miyim sence ya? Hocayla kaydım."
"Vay canına." Sesindeki şaşkınlık bir türlü azalmıyordu. Bana da o şaşkınlık, yürüyerek evin önüne geldiğimi anladığımda yüklendi. Artık sinirden gözüm nasıl döndüyse, bir saattir yürüyordum ama farkında bile değildim. Kapının önüne otururken; "Kim bu hoca merak ettim." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
devil's choice | taekook
Ficção AdolescenteÇünkü yeryüzünde hiçbir şey, karanlıktan gelen bir çocuğun fark edilmeyen sevgisine benzeyemez.