seni gördüm rüyamda*

15.2K 544 109
                                    

Can Ozan/ Seni Gördüm Rüyamda*

Kavurucu güneşin altında, kendime gizlenebilecek bir ağaç altı bulmuştum. Hava otuz bilmem kaç dereceydi. Bozcaada bu mevsimde çok kalabalık olur, çeşit çeşit insanlara ev sahipliği yapardı. Gerçeği onlar bizim buraların kiracıları sayılıyordu. İnsanımız misafiri sever hürmet gösterirdi. 

Benim aksime.

On sekizinci yaşımın ilk günleriydi. Haziran'ın on yedisini geçeli yalnızca üç gün olmuştu. Yaz çocuğu olmayı kışa olan aşkımdan mıdır nedir bir türlü sevememiştim. Kasım'dan doğum günüm olarak bahsetmeyi severdim. Annem ileride bir gün doğum tarihimi değiştirecek olma ihtimalimden hep korkardı. 

Adım Leyla olduğundan mıdır nedir garip bir uğursuzluğa inanırdım. Leyla'lar yazı kışa çevirir gibi hissediyordum. Bunda babaannemin payı çok büyüktür mesela. Çok küçükken, henüz yaşımı bile söyleyemediğim zamanlarda babaannem büyük bahçesi olan küçük evinin çardağında az çok çeken radyosundan son ses bir türkü açardı. Tahmin edersiniz ki bu Neşet Ertaş'ın Leyla'sından başkası değildi. 

"Yazımı kışa çevirdin, karlar yağdı başa Leyla'm." diye başladığında havanın bunaltıcı sıcağında, adı Leyla olan o küçük kız bu türküden çok korkardı. Viran kelimesinin anlamını ise çok sonra öğrenmiş, bir de ona ağlamıştım.

"Baban bu türküden mütevellit Leyla dedi sana." diyordu babaannem o zamanlar. Annemi gelin olarak sevememiş, beni torun olarak görememiş bu yaşlı kadın ağladığım zaman pek de umursamazdı beni. Ama günahtır, haramdır dilinden de düşmezdi. 

Koşa koşa bir yandan da ağlaya ağlaya babaannenin evine çok da uzak olmayan evimize vardığımda annemin yüreğini ağzına getirdiğimi hatırlıyorum. Akşam babam da eve döndüğünde annem bütün olanı anlatmıştı.

Kasabada öğretmenlik yapan babam yazları da zeytinliklerde çalışır, kollarında güneş izleri ile akşam vaktinde eve dönerdi. Kirli sakalları ile süslü temiz yüzünü yanağıma sürterek beni neşelendirmeye çalışırdı mütemadiyen.

Yine öyle bir akşam vaktinde kasetçalardan bu türküyü açmadan hemen önce beni kucağına oturtmuş ve; "Gece saçlı güzel bebeğim benim." demişti saçlarımı öperken. "Neşet Baba'nın da bir güzeli vardı Leyla'm. Güzel sevdiğinden Leyla demiş ona. Sevmek kötü bir şey olsa, şayet Leyla'da kötü biri... Yazılır mıydı arkasından böyle güzel bir türkü?" Güzel kelimesinin anlamını biliyordum, hevesle başımı salladığımı, göğsüne sokulduğumu anımsıyordum.

"Sen benim yazımı kışa çevirebilir misin hiç? Yahut annen bana senin gibi bir güzeli hediye etmişken, yuvam nasıl viran olur. Şimdi ne anlatıyorum anlamıyorsun değil mi?" deyip gülmüştü. Dalga geçiyor sandığımdan biraz bozulduğumu hatırlıyorum. 

Ama şimdi anlıyordum. Bu Haziran sıcağında yetenek sınavlarına hazırlanmak için tuttuğum şu kaleme sıkı sıkı sarılırken daha iyi anlıyordum. Leyla bendim, benim Leyla'm ise çizimlerim...

Terleyen alnımı elimin tersi ile silerken çizdiğim erkek portresine bakıyordum. Bir taşın üzerinde uzanan Yunan Tanrısı... Apollo. Yüzünde tehlikeli bir güzellik, dudaklarında kendini beğenen bir adamın gülüşü... Belinden aşağısında üstünden neredeyse düşmekte olan ve sol baldırını açıkta bırakan saten örtü... 

Elimden çıkan her işe hayran bir gençtim. Yemek yapmaktan anlamazdım ama yapabildiğim her şeyin en iyisini yapmakta üzerime olmadığını da biliyordum. Gün batmaya başladığında zeytin ağacının altından kalktım. 

Eve yürüyene kadar dudaklarımda hep aynı melodi dolanıp durdu. Babam tuttuğu balıkları anneme verirken de, annem o balıkları temizleyip pişirmesi için babama uzatırken de aklımda hep aynı şey dönüyordu. Ben bu yıl sıkışıp kaldığım bu adadan uzaklaşacaktım. Huysuz babaannemin sözde ahlaksızca bir iş yaptığıma dair sözlerini işitmek zorunda da kalmayacaktım.

Benden izinsiz çalışma masamı karıştırdığı bir gün erkek ve kadın çizimlerimi görmüş, günlerce günaha girdiğimi söyleyip durmuştu. İşin aslı başta beni öyle etkilemişti ki, çizdiklerimden de utanmıştım.

Fakat sonra fark ettim ki ben onlar olmadan bir hiçtim. Bir balıkçı teknesinde uzanan Türkan Şoray bakışlı Azize'm, denizlerin içinde heybetiyle dikilen Poseidon ve bugün zeytin ağacının altında çizdiğim Apollon olmadan ben bir hiçtim.

Mitolojiyi, mitleri ve efsaneleri severdim. Eğer bir mitolojik karakter olsaydım diye başlayan her düşüncem aslında tarihte yaşamış Amazonlarla kesişir, kendimi bir Amazon kadını olarak hayal ederdim. Yüzümü silik çizdiğim karakalem çalışmamın ana karakteri de bendim. Omzumdaki oklarım ve elimdeki yayla, o kadın bendim...

"Seni ahlaksız." demişti babaannem. "Gördün mü de çiziyorsun elin adamlarının orasını burasını? Tövbe tövbe."

"He gördüm." demiştim ben de. "Her yaz adaya gelen oğlanları izliyorum. Az bile çiziyorum hatta, bir dahakine anadan üryan çizeceğim." diyerek tansiyonunu yükseltmiştim ve o yaz sonu adadan ayrılırken de arkamdan en çok o ağlamıştı. Kötü yola düşerim sandığından sanırım. Erkeklerden uzak dur diye tembihlemişti. 

Bazı sanatçılar vardır, gördüğünü resmeder. Onlara hayranım ama benim asıl işim görünmeyenlerle. Aklımda dans eden sahnelerle... O sene oda arkadaşlarımdan biri üst sınıfımdan oldukça girişken biriydi. 

"Birlikte olduğum erkekleri resmederken, onlarla seviştiğimden daha fazla haz alıyorum." demişti bir keresinde. Çizdiğim resimleri gördüğünde ise ona böyle şeylere ihtiyacım olmadığını anlatmakla uğraşmıştım.

O yaz adaya döndüğümde babaannem de tıpkı o kız gibi bana biriyle yatıp yatmadığımı sormuştu. Aklımdan kalemime dökülen hiçbir adamla sevişmemiştim. Sevişen kalemim ve kağıdımdı yalnızca. Fakat tahmin edersiniz ki yetmişlerinin sonunda olan bir kadına sevişmekle başlayan herhangi bir cümle kurmak kolay değildi. 

Böyle böyle dört yılı bitirip adaya dönmemek için yüksek lisans yapmaya başladım. Nü çalışmalarımı hocalarım dahil kimseye göstermiyordum. Yalnızca yurttaki kız ve casus babaannem iznim olmadan görmüşlerdi bebeklerimi. Her neyse. Şimdi yirmi beş yaşında bir kadın olarak aldığım bir kararla çizdiğim kovulmuş meleğime bakıyordum. Tüm çıplaklığı ile karşımdaydı işte.

"Sen kovuldun, ben kaçtım." dedim gülümseyerek. Harika bir ikili olacağımıza hiç şüphem yok Alain."

Gözleri gün batımı kızıllığındaydı. Göz pınarlarında biriken yaşlarla ve yüzündeki nefret çizgileri ile evet, bu adamın kanatları az önce kesilmiş diyebiliyordunuz. Canı yanıyordu, nefret doluydu ve başının üstüne karanlık bir bulut vardı. O çıplaktı, her anlamda... Ve biz göz gözeydik. Bana baktığını biliyordum, burukça gülümsedim. "Kovulmak için uğraş veren birine göre fazla öfkelisin Alain." dedim bu sefer. "Sanırsın Tanrı'ya isyan eden bendim. Bilmiyor musun Tanrı ile yarış olmaz. Kazananı belli olan oyunlara girmemelisin." 

Arkamı dönüp tablodan uzaklaştım. "Bence sen zaten başına gelecek her şeyi kabullenmiştin. Yine de bunun senin öfkenin önüne geçmediğini biliyoruz. Acaba ne için kafa tutmuştun Tanrı'ya? Ölümlü bir kadına aşık mı oldun, birilerine itaat mi etmedin yoksa? Bunu biraz düşüneceğim." 

O kadar yorulmuştum ki neredeyse bir haftadır aynı resim üzerinde çalışıyordum. Oysa başladığım gece bitirmeyi çok isterdim. Tarihe baktım. 

17.11.21. 

Aynada kendimle bakıştığımda yüzümde yorgunluğun mutluluğunu gördüm. Artık uyuyabilirdim.



NÜ'LER OLUYOR?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin