gölgeyi getiren ışık*

9.1K 473 69
                                    

MEIMUNA/ la tristesse du diable*

Ayak bileklerime çarpan serin suyla gözlerimi açtım. Karşımda gün batıyor, yakınlarda bir yerlerde feribotun sesi yükseliyordu. Yine birileri geliyor ve birileri de gidiyordu. 

Üzerimde beyaz saten bir elbiseyle öylece kıyıda dikiliyordum. Denizin tuzlu nefesi tam da genzimdeyken bunun bir rüya oluğuna emin olmak oldukça zordu. Ama ben Bozcaada'da değil, Beyoğlu'ndaki çatı katındaydım ve tam iki yazdır ne evimi ne de denizi göremiyordum.

Sular ayağımın altındaki kumları alıp götürse de ayaklarımın batmadığını hissediyordum. Sürekli topladığım uzun saçlarım sırtımdan aşağı sarkıyor, perçemlerimin rüzgarda yüzüme çarpıyordu. Gülümsüyor muydum? Oysa evden uzaklaşma kararı yalnızca bana aitti. Özlemiş miydim? 

Bir an sonra artık deniz kenarında duran kadın değildim. Babaannemin begonvil dolu bahçesi önümde uzanıyordu. Üzerimdeki elbise o yaşlı kadının pek hoşuna gitmeyecek türdendi, nitekim mutfağının bahçeye açılan kapısından beri gördüğünce dudaklarının arasından huysuz bir homurtu yükselmişti. Son gördüğümden daha genç bir haldeydi. 

Her ay kınaladığı saçları ak yemenisinden fırlamış, yüzünde huysuzluğunun kırışıkları vardı. "Gezme cıbıldak cıbıldak." diye bağırdı biraz öteden. "Nerde görülmüş köyde böyle gezildiği?" Rüyada bile olsak bazı şeyler hep aynı kalabiliyordu.

"Hep çizdiğin o çıplak avratlara benzemişsin." diye söylenmeye devam etti. "Ben dedim de dinletemedim o anana. Bu kız yoldan çıkar da dönmez bizim buralara."

Gülümsemem yüzümde duruyordu. Ona kızmıyordum, en azından artık kızmamak için kendime bazı şeyleri açıklayabiliyordum. O bu yaşına kadar ona ne verildiyse onu almış, hangi fotoğraf gösterildiyse onu ezberlemiş binlerce kadından yalnızca biriydi. Onun haramlarını da günahlarını da ayıplarını da toplum şekillendirmişti. Onun özgürlüğü de kocası ölünce başlamıştı ama artık çok geçti. O bir şeyleri anlamayacak kadar yaşlı, kabullenmeyecek kadar eskide kalmıştı.

Gözlerim usul usul kapanırken bu kez serinlikte uzandığım hissiyle açtım gözlerimi. Tepemde bodur bir ağacın zeytinlerle dolu dalları seriliydi. Burası benim atölyemdi. Hemen tanımıştım. Doğruldum.

Konuşmuyordum, sanki buna gerek duymuyordum. Rüyalar alemi öylesine ilginç bir yerdi ki, yine bir an sonra kendimi ilk an da, denizin kenarında buluverdim. Hava hiç de güzel değildi. Ufukta suya çarpan şimşeklerin ışıltısını görebiliyordum. Yağmur damlaları öylesine sertti ki, sanki cezalandırılıyordum. Üşümüyordum ama titriyordum.

Koca, kara bir bulut tam tepemde durduğunda deniz ve bulutun birbirine tutunmasına şahit oldum. Gözlerim bu kez dehşetle açıldı. Sanki aralarında bir alışveriş gerçekleşmiş gibi bulut yükselerek gökyüzüne giderken deniz sanki içine koca bir kaya parçası atılmış gibi yükseldi ve korkunç bir gürültü ile zaman durdu. Havada asılı kalan su damlalarını görebiliyordum. 

Kalbim hızla çarpıyordu ve sanki aldığım nefesler yetmiyordu. Gözümün önünde asılı duran damlalardan birine dokunduğumda gökyüzü onlarca şimşekle aydınlandı kulaklarım çıkan gürültü ile çınladı. 

Dizlerimin üzerine çökmemek için kendimi zor tutuyordum. Bulutlar üstümü öyle örtmüştü ki, yalnızca bir yerden aşağı ışık sızıyordu. Gözlerim o ışığı takip ettiğinde gördüğüm ilk şey kırmızı bir daire içerisinde yüzü gökyüzüne bakan bir bedendi. 

Panikledim. Yardım etmem gerektiğini düşündüm. Yüzme bilmiyordum ve bu bir rüyaydı. Boğulup da ölemezdim değil mi? 

Suya atlamamın ardından çırpınmaya başladığımda boşlukta gibiydim. Sanki yüzmüyordum da uçuyordum. Suyu hissedemiyordum bile. 

NÜ'LER OLUYOR?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin