kapının çekilme sesini duyduğumdan emin olduktan sonra bacağıma dolanan örtüyü yatağın kenarına attım. yalnız yaşamanın başlıca faydalarından biri anadan doğma çıplak dolaştığınızda vücudunuzu süzecek birilerinin olmayışıdır.
banyoya girince gözlerim benden habersiz aynayı bulunca dudaklarımın kenarından kulağıma uzanan belli belirsiz kırmızılığı inceledim. deri kayış haddinden fazla sıkıldığından olsa gerek bıraktığı izler biraz yüzümde kalacakmış gibi duruyordu. yanağımdaki elimi dudaklarıma götürdüm. başta anlaşsak da o, ya salağa yatıyor ya da gözümün içine baka baka kendi koyduğu kuralları çiğniyordu.
oyalanabileceğim kadar oyalandıktan sonra duştan çıktım, bornozumla beraber oradan oraya yürüdüğümden balkondan içeri sızan eylül rüzgarı dizlerimden yukarı doğru tırmanıp hâlâ daha sızlayan penisimi yalayıp geçti. neye sinirlendiyse tüm hırsını benden çıkarmıştı sanırım. şikayetçi olduğumdan değil tabii, ilginin her türlü formuna açtım.
tembel sabahımın yalnız saatlerini zil sesi böldü. alacaklı gibi çalan kişi kimdi acaba? bizimkilerinden biridir, diyerek açmamaya karar kıldım ama içimdeki paranoyak ben 'ya ev sahibiyse? ya komşular şikayete geldiyse?' diye dürtüyordu. yavaş yavaş kapıya adımladım. üzerimdeki gri bornozu ve şiş göz altlarımı görseler acırlar mıydı acaba bana? kapı deliğinden bakınca gelenin o olduğunu fark ettim. ne diye gelmişti ki şimdi? tamam, sık sık gelmesi sıkıntı değildi ama habersiz gelmesi sıkıntıydı. birkaç saat önce buradayken neden şimdi dönüyor?
istemeye istemeye kapıyı açtım tabii, içeri girip selam verdi. fısıltı gibi çıkan 'merhaba'm neşesini söndürmemişti.
"niye geldin?" huysuz çıkan ses tonumla ilgili bir şey söylemedim, açıklama da beklemedi zaten. çantasını portmantoya fırlattı. kendi evi gibi davranıyordu. "seni almaya geldim." daha kahvaltı yapmadım ben, bir de seninle mi uğraşacağım? vice versa olduğunu görmezden geleceğiz. dedim ya, ilginin her türlüsüne açım diye. "öğleden sonraya kadar dersim yok. geç gideceğim. beni beklemeden de gidebilirdin." yatak dışında beni umursamayı kesersen daha az suçlu hissedeceğim, lütfen git. "canım senle beraber gitmek istedi." istemesin işte canın, istemesin. "kahvaltı yapmadım daha, sen," sağ elimin işaret parmağı ona doğru bakıyordu. "geç kalacaksın." gitsin diye oynayabileceğim son kozum buydu. onunla beraber görülmek hoşuma gitmiyordu. tek başımayken bana bakan gözlerin sayısı o yanımdayken iki katına çıkıyordu. sevmiyorum bunu. sırtını duvara yaslayıp saate baktı. "tamam, ben kahvaltı ısmarlarım sana. hazırlan da gel." ekledi. "çabuk."
"tamam." hissettiğim gibi çıkmıştı sesim, hevessiz. istemiyorum işte, niye zorluyorsun?
yeterince yavaş davranırsam geç kalacağına ikna edebilir miydim onu? edemezdim galiba. çıplak da olsam evden çıkartma ihtimali vardı çünkü.
bilerek geç kalma planımdan bağımsız olarak geç kalacaktım sanırım. ne giyeceğimi bilmiyordum çünkü. ekinokslar ve dengesiz hava durumları. baharı sevsem de vücudum buna ayak uyduramıyordu. dönemin başından itibaren hasta olmak istemiyordum ve bu yüzden de hiçbir şey seçemiyordum. giysi dolabının kapakları sonuna kadar açıkken o girdi içeri. "hâlâ giyinmedin mi sen?" yok, giyindim ama yedek ikinci ve üçüncü kat kıyafetlerimi seçiyorum, o yüzden açık dolap kapakları. "bilmiyorum ne giyeceğimi." gerçekten bilmiyorum ama o buna alışık. defalarca kez elleriyle giydirmiş beni. tüm kıyafetlerimi ezbere biliyor. ince, uzun, tüy kadar hafif parmakları gömleklerimin üstünde dolaşıyor. mavi bir gömleği ve beyaz bir pantolonu çıkarıyor. "bu ikisi?" seçiminden oldukça memnun duruyordu ama giyemezdim. "ben..." çekindiğimi görünce hatırlamış olacak ki alelacele gardıroba geri sokuyor mavi gömleği. "özür dilerim, aklımdan çıkmış. gerçekten özür dilerim." bazen unutamayan tek kişi benmişim gibi geliyor. "sorun değil." pantolonu elinden alıp üstüne kestane rengi bir gömlek uyduruyorum. "gömlek ve pantolon iyi bir seçim, sağ ol." çıkmasını beklemeden giyinmeye başlıyorum, birkaç saat öncesinde yanında çırılçıplak durduğum insandan utanacak değilim ya.
az önce olan şey yüzünden hâlâ ne yapacağını bilmiyor ama yine de çabucak toparlanıyor. birkaç adımda yanımda bitip gömleğimin düğmelerini ilikliyor. geniş gömleğin açık bıraktığı omzuma elini sürüp odadan çıkıyor. "çıkalım hadi." parfüm sıkıp çantamı aldıktan sonra dibinde bitiyorum. "tostla geçiştiremezsin bu sefer."
"ne istersen onu alırım, tamam, sus artık." giydiği oduncu gömleğini düzeltip tek omzundaki çantasıyla dışarı çıkıyor. kapıyı çekip çıkacakken karşı komşum kapıda beliriyor. sabahki sesleri duymuş olsa gerek lakin gözleri yüzümde fazla oyalanıyor. utanıp çeviriyorum kafamı ama o an jeton düşüyor. el aynasını çıkartıp yüzüme bakıyorum, ağızlığın deri kayışlarının bıraktığı izler hâlâ gitmemiş. "siktir!" onu kapıda bırakıp eve giriyorum tekrar, izleri kapatmam lazım, biri sorsa vereceğim cevabım yok. evde mi kalsam acaba? peşimden geliyor ve ayna karşısındaki panik yapmış beni fark ediyor. fondöteni ve süngeri elimden alıp kızıllığı kapatıyor. ev kapısı açık, koridordan geçen herhangi biri bizi görebilir. bir kere başladıktan sonra tam makyaj yapmak lazım şimdi. "özür dilerim, bir dahakine daha nazik olacağım." bir dahaki olacak mı ki? "fark etmedin mi?" dibime kadar girdikten sonra fark etmemiş olması imkansız. "etmedim." yalancı. bilerek kendimi açıklayamayacağım bir duruma düşmemi istedi.
ben hallederim, dediysem de kalan makyajı da o yaptı. ilgi hoşuma gidiyor ama sahte sevgiye katlanamıyorum. beni sevmediğini bilmek ağzımda acı bir tat bırakıyor. istemiyorum ama engelleyemiyorum da. yalnız kalırsam deliririm. gelip geçen zaman benden en çok akıl sağlığımı çaldı.
¤¤¤
gotum kurtlu oldugu icin yazar yazmaz atiyroum
eger tepkilerjniz olumlu yonde olursa hemen yazar bitiririm cok uzun olmayacak bu
aY heyecan yaptim
ŞİMDİ OKUDUĞUN
booster [skz]
Fiksi Penggemarplanlanmamış kimyasal reaksiyonlar, toplumun etiği, tütsüler, kan ve biraz da papatya. [210903-]