iv

165 17 23
                                    

Geçen bir hafta boyunca kızıl çocuk ile yalnızca birbirimize uyumadan önce tatlı uykular dilemek ve nasıl olduğumuzu sormak için mesajlaşmıştık. Jeongguk, kendi dediğinin aksine hasta olmuştu ve evinden çıkmıyor, gününü uyumaya ve dinlenerek iyileşmeye çalışarak bitiriyordu.

Ben ise bu süre zarfında işimden istifa etmiş ve kısa ömür biçilen yaşamımın sonuna kadar yetecek miktarda tazminat aldıktan sonra evimden dışarı adımımı atmamaya, burnumu dahi dışarıya çıkarmamaya başlamıştım. Yaptığım tek şey kitap okumak, evin her bir köşesinde uyuklamak, şarkılar dinleyip piyano çalmak ve zaman geçtikçe artmaya devam eden baş ağrılarım ile uğraşmaktı.

Saat beşe gelmişti.

Telefonum dakikalarca duraksız bir şekilde çalmıştı ve ekrana bakmasam da arayan kişinin yine doktorum olduğunu biliyordum. Beni tedavim için ikna etmek adına, bir tanesi bile umurumda olmayacak bir ton laf edecekti.

Fakat ben kararımda kesindim; artık acı çekmek istemiyordum. Mutlu bir şekilde, istediğim ne varsa yerine getirerek birkaç ay yaşayacak ve ardından kendimi evime kapatıp sonumu bekleyecektim.

Telefonumun zil sesi yeniden kulağıma ulaştığında derin bir nefes vermiş ve konuşma faslının çabucak bitmesini dileyerek ekrana dahi bakmadan aramayı cevaplamıştım.

"Bay Kim, lütfen anlayın artık. Herhangi bir tedaviyi görmek istemiyorum. Sizinle sadece ağrı kesicilerim hakkında konuşacağım, başka bir şey hakkında konuşmak istemiyorum."

Cümlemi bitirir bitirmez karşı taraftan herhangi bir cevabı beklemeden görüşmeyi sonlandırmaya yöneldiğim sırada, karşı taraftan beklediğime oldukça ters düşen bir ses tonu yükselmişti.

"Yoongi? Sen ne tedavisinden bahsediyorsun?"

Ekrana bakmıştım; Ggukkie.

Gözlerimi yumarken, cevapsız bırakmıştım onu ve dudaklarımdan bir küfür yükselmişti karşı tarafın duymayacağına emin olduğum bir kısıklıkta.

Cevap vermeyişimin üzerine gitmemiş, eskisi gibi heyecanlı olmayan ses tonuyla beni kafeye çağırdıktan sonra bir şey dememi beklemeden telefonu kapamıştı.

"O gün tanıştığımız yere gelir misin?"

Dışarı çıkmak gibi bir isteğim ve düşüncem yoktu fakat bir süre oturduğum koltukta, elimde tutmaya devam ettiğim telefonumla, karşımdaki duvarı boş bakışlarımla izledikten sonra ayağı kalkmış ve dolabıma yönelip kendime giyebileceğim bir şeyler çıkarmıştım.

Öylesine hazırlandıktan ve aynaya bakma gereği duymadan dışarı çıktığımda hava düşündüğümden biraz daha fazla soğuktu. Yürümeye başladığım gibi düşüncelerim hasta zihnime dolmaya başlamıştı bile.

Saçlarını boyatmış mıydı? Birkaç gün önce aynanın önünden çekip attığı videoda, elleriyle kızıl saçlarını birbirine karıştırıp ve birtakım değişiklik istediğini ve yakın zamanda da bu düşüncesini gerçekleştirmeyi düşündüğünü söylemesini unutmamıştım. Hâlâ sadece düşünüyor muydu yoksa çoktan dediğini yerine getirmiş miydi?

Aklımda dolanan düşüncelerin yine o ve onun saçları üzerine olduğunu fark ettiğimde başımı iki yana sallayıp kendimi toparlamam gerektiğini düşünmüştüm.

Onu hayatıma daha da dahil etmeyi istemiyordum. Zaten tanıştığımız andan itibaren samimi olmuştuk ve bu kadarı bile fazlaydı. Hastalığımı bir başkasına bulaştırma gibi bir düşüncem yoktu. Kimseye kendimi acındırıyormuşum gibi gözükmek istemiyordum.

Bu yüzden, daha fazla konuşmayacaktım.

Sonuçta sessizlik de bir cevaptı, değil mi?

the beachHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin