xii

122 21 0
                                    

Saat öğleni geçmiş herhangi bir dilimindeydi; kaç olduğunu bilmek yalnızca zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlamamızı sağlıyor ve geride kalan ömrümün daha da kısaldığını bana gösteriyordu. Günlerimi keyifli geçirmeyi istiyor ve etrafımda Jeongguk olduğu sürece bunu öğrenmeyi istemiyordum.

Bir sahile gelmiştik. Pantolonlarımızın paçalarını dizimize kadar çekmiş, denizin içinde, rotamız olmadan yürümeye başlamıştık.

Her bir adımımız ile sıçrayan damlaların yanında, yükselerek çıplak bacaklarımıza çarpan soğuk dalgalara inat, suyun içinde yürümeye devam ederken, benim gözüm sadece önümde yürüyen kızıl saçlı çocuğun üzerindeydi.

Suyun soğukluğu nedeniyle üşüyor oluşum beni etkilememişti fakat onun üşüyüp, tekrardan hasta olmasından da bir o kadar korkmuştum.

"Hey, artık biraz da kumda mı yürüsek?"

"Neden ki?" Ayağı ile suya gelişi güzel bir tekme savurup, yükselen damlaların yüzüne gelmesiyle geriye çekilmiş, büyükçe bir kahkaha atmıştı. "Su ne güzel işte, baksana!"

"Yine hasta olacaksın Jeongguk ve ben bunu istemiyorum."

"Hayır, bu sefer hasta falan olmayacağım, Yoongi."

Ardının bana dönük olmasına rağmen başımı aşağı yukarı sallayarak onu onaylamış ve başka bir şey demeden yürümeye devam etmiştim. Sessizlik içinde yürüyorduk. Bazen hızını arttırıyor ve beni iyice arkada bırakıyordu ve bu sayede onu daha rahat izleyebiliyordum. Sonra duruyor ve beni bekliyordu, ben onun yanına geldiğimde de bana en içten şekilde bakıp gülümsüyor, ardından ayaklarını suya vura vura yürümeye devam ediyordu.

Kaç saat geçmişti ve biz buradaydık bilmiyordum, bilmiyorduk ve bilmeyi de istemediğimiz her hâlimizden belliydi. Ellerimizde tuttuğumuz ayakkabılarımız, bütün sahili çıplak ayaklarımızla, serin suyun üzerinde yorulmadan, bir an olsun duraksamadan, gülerek, birbirimizi izleyerek yürümüştük. Ve güneş batmaya başladığını haber ediyordu.

Kitaplara, dizilere ve filmlere göre; güneşin batışını izlemek ve günü bitirmek için en uygun, en güzel yer sahildi. Jeongguk bu anı kaçırmak istemediğini söylediğinde kumların üzerine bırakmıştık bedenimizi.

Güneş, mavisine pek bi' bayıldığım gökyüzünü turuncuya boyarken gözlerim hemen yanımda bağdaş kuran Jeongguk'a doğru kaymıştı. Ona baktığımı fark etmemiş bir şekilde karşısında kalan denizi izlemeye dalmıştı ve uykusu var gibiydi. Gözleri kapanıyordu ve o tatlı bir görüntü oluşturduğunun ve dudaklarımda oluşan minik tebessümün sahibi olduğunun farkında olmadan, gözlerini açık tutmaya çalışıyordu.

Gözlerimi saçlarına doğru çıkarmıştım; turuncuya kayan hoş bir kırmızı. Tıpkı altında nefes almaya, yaşamaya çalıştığımız gökyüzü gibi.

Jeongguk, söylesene gökyüzünü saçlarının arasına mı sakladın?

O kocaman, sonsuz ve uçsuz bucaksız gökyüzünü, o güzelim saçlarına nasıl sığdırdın?

Jeongguk, neden ve nasıl bu kadar güzel olabiliyorsun?

Farkında olmadan iç çekmiş ve izlemeye daldığım bu çocuğun elini tutmuştum. Bana bakmış ve gözleri kısılıp, kocaman bir şekilde gülümsemişti.

İçimin ısındığını hissetmiş ve ben de yavaşça gülümsemiştim.

Saçların gökyüzü, gülüşün ise güneş...

Güneş çoktan batmış ve yerini yalnızca ardında bıraktığı kararmaya başlayan gökyüzüne bırakmıştı, izlememiştim. Çünkü benim asıl izlemeyi istediğim manzaram, zaten karşımda oturuyor, elimden sıkıca tutuyordu.

the beachHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin