Ⅶ. Bölüm: Teb'e Dönüş

150 13 1
                                    


''Döneceğin için mutlu musun?''

Yoongi'yle tapınağın üst katında, geceler boyunca sessizce oturmuştuk. Bir veda eğlencelisi düzenlenmesini teklif etmişti ama reddetmiştim. Eve dönüşümün kutlanılacak bir yanının olmadığını biliyordum. Tek tesellim, beni ilerlemeye teşvik eden tek şey Taehyung'du. Onu şimdikinden daha çok görme şansı katlanılmaz olan her şeyin yükünü hafifletiyordu. Artık çocuk değildik; çocukluğum buraya geldiğim gün bitmişti benim için. Oyunlar oynayıp gizli tünellerden okuldan kaçamaz, dersleri kaynatamaz ya da büyüdüğümüzde neler yapacağımız hakkında hayaller kuramazdık. Yine de birler daha yanında olma şansını yakalamıştım. Benim için yeterliydi bu. Canım pahasına bunu korumaya kararlıydım. Sessizce ayı izlemeye devem ettiğimde ''Sana veda etmeyeceğim.'' demişti Yoongi. ''Her nedense yollarımızın bir şekilde birleşeceğini hissediyorum, değerli dostum.''

''Horus'a sadakatini sunmayı mı düşünüyorsun?'' diye sordum hafif bir alayla. Yan bir bakışla bana baktıktan sonra güldü.

''Bunun için güneşin sönmesi gerekiyor.''

''Bu kadar eminsin demek.'' dediğimde başını salladı. Güneş ancak kıyamette, yıkım getiren büyük yılanın ortaya çıkması ile sönebilirdi. ''İlerleyeceğim tek bir yol var, biliyorsun. İntikamımı almak zorundayım.''

Göz göze geldiğimizde bedenim ürperdi. Yoongi'nin neşeli ve ciddiyetten uzak hallerinin dışında soğuk ve tehlikeli bir yüzünün de olduğunun farkındaydım. O, gündüz ve gece gibiydi; güneş ve ay. Soğukluğu karşısında ürperdiğiniz an alev alıverirdiniz.

''Onu asla yenemezsiniz.''

"Onu yenilmez yapan da bu." dedi. "Onu yenemeyeceğinizi düşündüğünüz için direnç göstermiyorsunuz. Oysa o da bizler gibi, sadece bir ölümsüz." Horus'tan sıradan bir tanrıymış gibi bahsederken emindi. İster istemez Seth'i anımsamadan edememiştim. Osiris'e karşı geldiği, Horus'a isyan ettiği zamanlardaki kendinden emin duruşuyla aynıydı Yoongi'de gördüğüm.

"Kendi sonunu getireceksin. Tanrı Seth yapmamış olsa da, Ra her şeye rağmen onu da gözetmekte, sen kendi ellerinle sonunu yaratmak üzeresin."

"Ölülerin bekçisinin ellerine düşmemi bu kadar mı arzuluyorsun, sevgili arkadaşım?"

Tanrı Anubis gözlerimin önüne geldiğinde ister istemez güldüm. Kanını taşıyan çocukla iyi anlaşıyor olsak da Anubis'i sevmezdik- ve de o da bizi.

"Seni içtenlikle kabul edeceğini sanmıyorum." dediğimde o da güldü. "Kendimi Anubis'in kollarına bırakmam için bir mucize gerçekleşmeli ancak."

"Mucize mi? Bir Tanrı çocuğunun mucizelere inanacağına ihtimal vermezdim."

Yoongi başını salladı. Gözleri yıldızsız gökyüzüne kaydı. Çölün serin rüzgarları arasında gece durgundu. Kısa bir sessizliğin ardından çölün gelecekteki efendisinin kıkırtısı duyuldu.

"İşte o kadar imkansız bir şey."

İkimiz de gün doğana dek gökyüzünü izlemeye devam ettik. İnsan ömründe çok uzun, tanrılar için göz açıp kapayana kadar geçti zaman. Ekilen tohumlar gelişip ağaç oldu, ağaçlar solup gitti. Nil Nehri taştı ve kurudu. Anne karnındaki bebekler büyüdü ve Anubis'in karşılayacağı o kalabalığa karıştı. Ama nihayetinde, biz öylece karanlığın dağılışını izleye durduk.

Sabahın ilk ışıkları Nil Nehri'nin üzerine vurduğunda kafilem hazır, beklemekteydi. Önce misafirperverliği ve akıl hocalığı için tapınağın asıl sahibi Seth'e saygılarımı sunmam gerekmişti. Bundan hoşnut olduğumu söyleyemezdim. Yakında, çok yakında, onun düşmanı olarak yer alacaktım çünkü.

''Kralına iyi hizmet et.'' Yoongi omuzuma hafifçe vurarak olmayan tozları temizler gibi elini üzerimde gezdirdi. Kafilenin yola çıkmak için hazır olduğundan emin olduktan sonra, belki de en zor kısım gelmişti benim için. En zoru ve en son şeydi bu. Onunla vedalaşmak. Yoongi'nin dostluğu ve desteğini asla unutmayacaktım. Yine de, kaderin bizi ne şekilde karşılaştıracağını bilmek güçtü. Yarı ölümsüz de olsak bizler Ra'nın emrindeki canlılardan başka bir şey değildik.

"Yakında görüşeceğiz."

"Pek yakın olacağını zannetmem." dediğimde güldü.

"Beni özlenene fırsatının olmayacağı kadar yakın bir zamanda görüşeceğiz, eski dostum."

Bu imalarının rahatsız edici olmaya başladığını hissediyordum. Bu artık Sekhmet gibi bir kral muhafızı oluşum yüzünden miydi yoksa kastettiği şeyi gerçekleştirirken artık yanında olmayacak olmam yüzünden miydi, karar veremiyordum.

"Etrafı dağıtmamaya çalış." dedim. "Silahımı sana doğrultmaktan hoşnut olmam."

"Ah, Hoseok." Yumuşak sesi havada süzüldü. Belli belirsiz kıkırtısıyla rahatlığı ve güveni hissediliyordu.

Ama kime ve neden güveniyordu? Birlikte büyüdüğümüz, acı çektiğimiz için bana mı? Taehyung'a zarar vermek istediği an tereddüt etmeden öldürürdüm onu. Yoksa sessizce karanlığa planlarını fısıldayan Seth'e mi? Kalbinde sevgi barındırmayan, aklını intikam bürümüş bir tanrıya mı? Onda Yoongi için hiçbir şey yoktu.

"Oraklarını düşmanlarına doğrult, eski dostum. Sanıyorum ki hiçbir zaman düşman olmayacağız."

Cümlesini tamamladığında boru sesleri duyulmaya başladı. Yola çıkmak vaktim gelmişti.

"Her neyse," Yoongi elini omuzumdan geçip bir adım geriye çekildi. "Tekrar görüşene dek hoşça kal, eski dostum." Dudaklarındaki belli belirsiz gülümseme ve titreyen gözbebeklerine karşılık ne söylenirdi, bilmiyordum. Başımı eğdim, "Misafirperverliğin için teşekkürlerini sunuyorum Çölün Efendisi Tanrı Seth'e."

"Peki ya ben? Bana ne sunuyorsun?"

Tereddüt etmeden cevap verdim: "Dostluğumu."

...

Beni ve ufak birliğimi Tanrı Kral'ın baş rahibi ve birkaç tanrı karşıladı. Suskunluğu davulların yeri inleten sesi yararak geçti; şüphesiz çevredeki gözlerle geri dönen isyankar yarı tanrıyı görmeye gelmiş insanları yürekten ürkütmüştü bu ses.

"Hoseok!"

Kalabalığın arasından bilindik, duymayı arzu ettiğim, sesi duyduğumda ne sırtımdaki izler ne de keskin bakışlarla beni izleyen Sekhmet umrumda olmuştu.

Taehyung ona açılan düz yolda hızlı adımlarla ilerledi. Üzerinde törenlerde giyilen tarzda bir kıyafet vardı; kavruk teni ve altın rengi saçları güneş ışığıyla parıldıyordu. Şüphesiz tanrısal olan tek şey oydu burada. Bir insan ancak onu gördüğünde inanabilirdi ölümsüzlerin kudretine.

Metreler kala durduğunda davullarla birlikte hareket halindeki her şey durmuştu. Yavaşça diz çöktüm, dizim sıcak kuma sürtündü. Sadece benim duyabileceğimden emin olduğu bir fısıltıyla mırıldandı: "Buna gerek yoktu, biliyorsun." Yarı gülerek yarı küskün bir tavırla konuşmuştu. Onun önünde diz çökmemden memnun olduğunu biliyordum. Ne de olsa o Kral Horus'un oğlu, Mısır tahtının varisiydi.

"Yüce Horus'un oğlunu selamlamaktan onur duyarım."

"Buna şüphem yok."

Ayağa kalkmamı işaret ettiğinde aynı ağırlıkta kalkarak ben de adamlarıma devam etmesi için işaret vermiştim. Kafilem yanımızdan geçip giderken bir süre konuşmadan durmuştuk. Onu son görüşümün üzerinden çok da uzun bir zaman geçmemişti ve bir dakika önce görmüş dahi olsam biliyordum ki; onu her görüşümde nefesim kesilecek, zihnin bulanıp durulacaktı.

"Eve, evine hoş geldin." diye mırıldandı. Gözleri ufak bir çocuğunki kadar parlaktı. "Eve," dedim. "Eve döndüm."

Children of the Gods - VHopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin