Yaklaşık 2 saat boyunca gözümü açamadım. Açarsam Onur'la göz göze gelmekten korkuyordum. Hala oradaydı, hissediyordum. Onur'a arkamı döndüm ve gözümü açtım. Evet, şimdi cesaretimi toplayıp Onur'a doğru dönecektim. Cesaretimi topladım ve Onur'a döndüm. Onur gülümsedi. "Eve gitmek istiyorum." diye fısıldadım. Sesim çıkmıyordu. Onur, doktora eve gidebilecek durumda olup olmadığımı sormaya gitti. Yarım saat boyunca gelmedi. Doktor, ona her an hastalığımı söyleyebilirdi. Belki de söylemişti, korkuyordum. Her neyse yarım saat sonra geldi yanıma. "İstediğin zaman eve çıkabilirmişsin prenses ama evde yalnız kalmayacakmışsın, bu baygınlıklar her an nüks edebilirmiş. Stresten de uzak durmalıymışsın. Yeni ev arkadaşına merhaba de!" dedi ve güldü. Aynı evde mi kalacaktık? Daha ne kadar karşı koyacaktım öyle bir şey olursa? "Ne?!" diye bağırdım. Daha sonra kekeleyerek "Se-sen ve ben? Aynı evde? Asla!" diye bağırdım. İki kelimeyi zar zor bir araya getirebiliyordum ayrıca sesim de fazla çıkmıyordu. Ciddiye almadı tabi ki. "Pekala, öyleyse yalnız yaşamaya devam et, inatçı." dedi ve güldü. Cidden yalnız mı bırakacaktı dalga mı geçiyordu anlaması zordu. "Tabi ki öyle olacak!" dedim. Gülmeyi kesti ve gelip elimden tuttu. Bir an şaşırdım. Daha sonra hayvan gibi beni yataktan çekip kaldırınca bu anın aslında romantik bir an olmadığını anladım. Beni kaldırır kaldırmaz elimi çektim ve kapıya yöneldim. "Önemli değil!" diye bağırdı. Aldırmadım ve dışarı çıktıktan sonra kapıyı sert bir şekilde suratına kapattım Onur'un. Eve gitmek için taksiye bindim. 15 dakika sonra evdeydim. Yorgun olduğumdan derhal yatak odama geçtim ve kendimi yatağa attım. Uyuyakalmışım.
Gözlerimi açtığımda duvarlarında çatlaklar olan ve duvarlarının boyası dökülmüş olan, harabeye dönmüş bir evdeydim. "Ev" demeye bin şahit. Onur'un sesini duydum daha sonra. "Sonunda uyandın demek prenses.". Yattığım yerden kalktım ve "Manyak mısın sen? Ne işimiz var burada!" diye bağırdım. Onur tabi ki yine ciddiye almamıştı ve "Aksiyon olsun istedim güzelim, fena mı?" deyip güldü. "Hani bırakacaktın peşimi? Hani bir daha görmeyecektim seni?!" diye bağırdım. Onur "O, doktor yalnız kalmaman gerektiğini söylemeden önceydi güzelim." dedi. "Şimdi koruyor musun sen beni? Bu mu korumak? Seviyor musun? Bu mu sevmek? Sen korumayı da, sevmeyi de yanlış anlamışsın!" diye bağırdım. Onur "Benim lügatımda korumak da sevmek de böyle!" diye bağırdıktan sonra "Beni bilmiyormuş gibi konuşma güzelim." diye ekledi. "Ah, doğru! Senin lügatında seviyorsan başkasıyla evlenirsin, koruyorsan da kaçırırsın değil mi krocum?!" diye bağırdım. Onur elindeki tepsiyi benim az önce yattığım yatağın önündeki beyaz, eskimiş masaya koydu. Daha sonra bana dönüp "Otur haydi." dedi. Oturdum ve tepsiyi masadan ittim. Yemekler yere dökülmüştü. Su dolu mavi bardak ve iki pizza diliminin bulunduğu çiçekli tabak kırılmıştı. Hasır ekmeklik içindeki ekmekler ise yere saçılmıştı kırıntılarıyla birlikte. Yer; su, porselen tabak ile cam bardağın kırılmış parçaları ve ekmek,ekmek kırıntıları ile pizza olmuştu. Artık Onur da sinirliydi. Sinir dolu gözlerimiz birbirine değdi. Derhal yere döktüklerimi toplamak bahanesiyle eğildim. Böylece gözlerimi devirmiş oldum. Tam porselen tabağın kırık bir parçasına elimi götürüyordum ki Onur bileğimden tuttu. "Bırak, elini keseceksin şimdi." dedi. Atarlı bir şekilde "El benim elim, sanane! Acırsa benim canım acır!" diye bağırdım. Onur "Senin canın acırsa benim canım acır Selin, bırak." dedi. Bağırmaya halimi kalmamış gibiydi. Cevap vermeden eğildiğim yerden kalktım. Yatağa yattım. Ne zaman zorda kalsam yaptığım şeyi yaptım; uyuyor numarası.