Sabah bağırışlarla uyandım. Birileri tam kapımın önünde kavga ediyordu. Ne oluyordu yine be? Hayatımdaki aksiyon bitmek bilmiyor Maşallah! Yataktan kalktığımda sesler iyice yükselmişti. Derhal kapıya koştum. Kapıyı açtığımda kavga edenlerden biri hiç de şaşırmadığım birisiydi doğrusu. Onur! Ama diğer kişi? Seçkin! Amerika'dan ne zaman gelmişti? Beni gördüklerinde bir an durup bana baktılar. Önce gülüp sonra kavgaya devam ettiler. Tabi ya! Ayıcıklı pijamalarım ve pofuduk terliklerimle tam bir fiyaskoydum! Ama bu bile kavgalarını durdurmadı. Ben gülmekten kavga edemezdim halbuki. Seslerinden kafam şişmişti. "Yeter! Ne yapıyorsunuz siz be! Uykumdan uyandırdınız beni!" diye bağırdım. Apartman bir güzel inledi tabi. Seçkin alay edercesine "Belli" dedi ve güldü. Nedir bu erkeklerden çektiğim be! Kimi tanısam alaycı, umursamaz. "Gülmeyi bırakıp bana burada neler olduğunu açıklayacak mısınız Seçkin Bey?" diye sorduğumda yüzü düşmüştü. Somurtkan bir şekilde "Bunun burada ne işi var?" diyerek Onur'u gösterdi. Onur "Oğlum bak----" diyecekti ki lafını keserek "Onur!" diye bağırdım. Daha sonra Seçkin'e dönüp "Benim için de sürpriz oldu fakat ne olursa olsun oturacağı eve ikimiz de karışamayız." dedim. Seçkin "Peki" dedi ve evime daldı. Onur tam peşinden giriyordu ki kolumu önüne uzatıp onu durdurdum. "Sen gelmiyorsun" dedim ve eve girip kapıyı bana "Nasıl yani?" der gibi bakan suratına kapattım. Daha sonra salona, Seçkin'in yanına gittim. He bu arada böyle kötü anlaşmalarının sebebi benim tabi. Onur gittikten sonra bana Seçkin destek oldu. Ama tabi Seçkin, Onur varken de vardı. Onur sürekli "Bu çocuk sana bir şeyler hissediyor görüşmeni istemiyorum" derdi. Ben ise dinlemezdim. Bir bakıma iyi de yaptım. Sonuçta Onur gittiğinde Seçkin yine vardı. Kendinde yaralarımı sarmaya çalıştı. Her neyse nerede kalmıştım? Ha evet, Seçkin'in yanına gittim. Seçkin tıpkı Onur gibi benim mükemmel kanepeme uzanmış ve kumandayı eliyle koymuş gibi bulup televizyonu açmıştı. Yahu bunların hepsi mi aynı olur? Kumandayı elinden alıp televizyonu kapattıktan sonra "Sen beni delirtmeye mi çalışıyorsun ya? Ne işin var burada Amerika'da 1 yıl sonra dönmen gerekiyordu." diye bağırdım. Koltuktan kalktı ve karşıma dikildi. Kulağıma eğilip "Özlemiş olamaz mıyım?" diye fısıldadı. E tabi ittim kendisini. "Ne yani özledin diye işini bitirmeden mi geldin? Bu senin hayalindi." dedim. "Sen de benim hayalimsin" dedi ve yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. En dayanamadığım gülüşlerdendir tabi. 2 gülüşe dayanamam; Çarpık gülüş, aşağı bakıp gülüş. Ay neyse! Konumuz bu değil. Tabi kendisi bana aşık olduğundan tutar böyle romantiklikleri, yoksa her erkek gibi öküzdür Seçkin de. Evet doğru duydunuz Onur'un tahmini ne yazık ki doğru çıkmış ve Seçkin bana yara bandı olmaya çalışırken aşkını itiraf etmişti. Allah'tan "Acım taze" bahanesiyle kurtulabilmiştim. Şimdi ne yapacaktım? İlan-ı aşk etse ve ben hayır desem, Onur'a aşık olduğumu düşünecekti. Ama kabul etmek de istemiyordum. Neyse konumuz bu da değildi. "Her neyse, Onur'un hiçbir şeyden haberi yok, olmayacak da anlaşıldı mı?" dedim ciddi bir tavırla. Seçkin güldü ve "Hiçbir şeyden kastın tedavisini kabul etmediğin lanet olası şey mi?" dedi. "Biliyorsun Seçkin, hastaneden nefret ederim, oraya tıkılamam üzgünüm ama bunu kabul etmek zorundasın tedaviyi kabul etmemem bir hataymış gibi yüzüme vuruyorsun, bu hata değil bu benim isteğim" dedim. Seçkin'in esprili halinden eser kalmamıştı. "Peki" dedi. Daha sonra konuyu değiştirmeye çalıştığından dolayı "2 yıldır konuşmuyoruz küçük hanım nasılsın bari?" dedi ve yalandan gülümsedi. Ama sesi bozuk gibiydi. 2 yıldır telefonlarına ve bilgisayardan görüntülü konuşmalarına yanıt vermediğinden trip atıyordu. Trip atan erkekten nefret ettiğimi de bilir üstelik bu yüzden bunu gizlice yapıyordu güya. "Bilgisayarım ve telefonum bozuktu" dedim. "ve 2 yılda ikisini de tamir ettiremedin?" dedi. Cevap bulamayınca gerçekleri söylemek zorunda kaldım. "Seçkin istemedim işte! Konuşmak, görüşmek istemedim! Yalnız kalmak ve kafa dinlemek istedim yahu anlasana! Seni de istemiyorum, Onur'u da istemiyorum, o meraklı Sedef Teyzeciği de istemiyorum! Ya ben kendimle baş başa kalmak istiyorum yeter!" diye bağırdıktan sonra yere çömelip ağlamaya başladım. O da çömeldi ve bana sarıldı "Tamam, sana söz gidiyorum yarın. Başka bir arkadaşım var onda----" diyecekti ki söz kesen olarak yine lafa atladım ve "Gerek yok. Git desem de gitme ne olur bana arada geliyorlar biliyorsun" dedim ağlamamı durdurmaya çalışarak. "Asla" dedi ve ekledi "Ben hep buradayım, kovsan da gitmek yok, gidemem ki ben senden" dedi ve daha sıkı sarıldı. "Sen yokken yararlandım yokluğundan, yemeden içmeden kestim kendimi. Sedef Teyze yemekler bıraktı kapıma hiçbirini yemedim, suyu da eh işte. Özür dilerim. Sen benim sağlığımdan şüphe ederken ben sağlığımdan nefret ettim affet beni" dedim ve kollarımı beline doladım. "Ah be Selin... Sen kötü olunca geceler gündüze varmıyor be, yıldızlar kayboluyor gökyüzünden anlamıyor musun? Kendin için değil be en azından benim için iyi ol" dedi yalvarırcasına. Ağlamamı durdurmaya çalışırken bir anda daha çok ağlamaya başladım, hıçkıra hıçkıra. Seçkin benim çocukluk arkadaşımdı ve ne zaman kötü bir şey yaşasak uyuyunca geçeceğini düşünürdük. Bir anda "Uyursak geçer" diye fısıldadım ve bu cümleyi sürekli tekrarladım. Gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başlıyordu. Uyusak geçecek miydi? Sanırım deniyorduk. Göz kapaklarım tamamen kapanmadan önce gördüğüm son şey kitaplıktaki en nadide parçaydı; Onur'un yazdığı kitap....