Uyandığımda sabah olmuştu. Yatağımın yanına gül yaprakları serpilmişti. Ve bu güller sadece odamda değildi, koridor boyunca devam ediyordu. Şaşkınlıkla yataktan kalktım, gül yapraklarını takip ettim. Gül yaprakları mutfakta bitiyordu. Karşımda kahvaltı sofrası, pardon ziyafet sofrası görünce şaşırdım. Bakakaldım masaya öylece. Mutfağımda sadece 4 kişilik beyaz bir masa vardı fakat masadaki yemekler 4 kişiye yeter de artardı bile. Daha sonra arkamdan Onur'un sesini duydum, "Günaydın prenses". Arkamı döndüm. Şaşkınlığım daha çok artmıştı ve uykudan halüsinasyon görüyor olabileceğimi düşünüyordum. Fakat korkarım ki halüsinasyon görmüyordum. "Se-sen nasıl girdin buraya?!" diye bağırdım. Onur her zaman ki gibi alaycı bir tavırla güldü ve "21. yüzyılda yaşıyoruz, gerçekten çilingir denen bir şeyden haberin yok mu?" dedi. Cevap vermedim. Yanından geçerek kapıya gittim. Şaşkınlıkla arkasını döndü ve bana baktı. Ben ise kapıyı açtım ve işaret parmağım ile dışarıyı gösterdim. Yüz ifadesini görmeliydiniz. Gülmemek için zor tuttum kendimi. Yanıma geldi ve eğilip kulağıma "Kaçan kovalanır prenses" diye fısıldadıktan sonra kapıdan dışarı çıktı. Arkasından kapıyı sert bir şekilde kapattım ve yüz ifadesini hatırlayıp gülmeye başladım. Daha sonra mutfağa gittim. Masaya dikkatlice baktığımda üzerinde bir not olduğunu fark ettim. Aldım ve açtığımda okuduğum şeye şok olmuştum. "Benden öyle kolay kurtulamazsın prenses! Afiyet olsun :)". Ağzım açık kalmıştı. Ağzım açık ve tamamen ifadesiz bir şekilde bir sandalye çektim ve masaya oturdum. Boşluğa bakıyordum. Daha sonra müzik çalarım aniden çalınca korkunç bir şekilde ayıldım. Çalan şarkı Onur ile bizim şarkımızdı. Onur müzik çalarımı ayarlamış olmalıydı. Bu çocuk geleceği mi görüyordu? Bence hayır. Çünkü zaten kovacağımı biliyordu. Sinir etmek için yapmıştı zaten kendini affettirmek için değil. Ama bir dakika, şarkıda bir değişiklik vardı... Bu ses şarkıyı söyleyenin sesi değildi... Bu ses... Onur'un sesiydi! Şarkıyı kendisi söylemişti. Gözümden gelen yaşı ani bir hareketler sildim ve tebessüm edip şarkıya eşlik ettim. "Elleri ellerime, gözleri gözlerime eee, saçları saçlarıma karışan, bir sen olsan". Şarkı bittikten sonra yine Onur'un sesi vardı. "Seni seviyorum gü... prenses. Şimdi sil gözyaşlarını, ağlama ben yanında yokken. Sonra kim siler gözünün yaşını? Sen benimsin tamam mı? İstediğin kadar inkar et benimsin. Sen sevmesen de ben sevdikten sonra benimsin. Sadece ben ağlatırım ama gözyaşlarını da ben silerim. Sadece ben kavga çıkarırım seninle ve ben özür dilerim senden. Sana sadece ben dokunurum, başkası dokunursa ellerini kırarım, seni sadece ben öperim, başkası öperse dudaklarını parçalarım, sana sadece ben bakarım, başkası bakarsa gözlerini oyarım, hatta senin kokunu sadece ben içime çekebilirim, başkası içine çekerse burnunu kırarım. Kıskançlık değil bu prenses, sadece benim olanı paylaşmam. Tamam benden nefret ama başkasını da sevme prenses, olur mu? Seni sevi..." Müzik çalara sert bir tekme attım. Ne ara müzik çaların yanında geldiğimi bile hatırlamıyorum. Sanırım müzik çalar bozulmuştu. Müzik çaların yanına oturup ağlamaya başladım. Aynı zamanda da "Kahretsin! Allah kahretsin!" diye haykırıyordum. Kapı çaldı, gözyaşlarımı sildim ve gidip delikten baktım. Gelen Onur'du. Haykırışımı duymuş muydu? Kapıyı açmak istemiyordum ama beni duyup duymadığını ancak açarsam anlayabilirdim. Kapıyı açtım ve "Ne istiyorsun?!" diye bağırdım. "İyi misin?" diye sordu gayet sakin bir şekilde. Alaycı tavrından eser yoktu. "İyiyim" dedim.Haykırışlarımı duyduğundan adım gibi emindim. "O haykırış neydi öyleyse?" dedi. 2 dakika boyunca öyle bakakaldım. Yalan düşünüyordum. En sonunda "Film izliyordum" dedim. Güldü ve "Gerçekten kötü bir yalancısın, senin sesindi" dedi.Pekala haklıydı, kötü bir yalancıydım."İnsan insana benzer, ses de sese benzer, karıştırmışsındır." dedim. İnanmadığı belliydi. "Pekala karıştırmışımdır öyleyse, iyi günler komşucuğum" dedi ve arkasını dönüp kendi evine döndü. Kapıyı zar zor kapattım. Halim yoktu ve elim ayağım titriyordu. Pekala, pisliğin tekiydi. "Ben nasıl aşıktım buna?" diye düşünürken Onur'un bende kalan eşyaları aklıma geldi. Hemen odama gittim ve yatağımın altından Onur'un eşyalarını sakladım eskimiş orta boyda siyah kutuyu çıkardım. Yıllardır Onur'un yokluğunu gidermek için kokusunu içime çektiğim kazağı gördüm. Gözümden yaş geldi. Aldım ve tekrar kokusunu içime çektim. Daha sonra karşı daireden bir ses geldi. "Onur! Yapma! Düşücem!" bu.... Bu benim sesimdi. Onur beni salıncakta çok hızlı salladığı için haykırmıştım böyle. Her zaman korkak ve cırtlak bir kız olmuşumdur. Onur eski videolarımızı izliyor olmalıydı. Ardından başka bir ses... "Onuur! Düşüceeez! Aaaa!". Pekala, bunu da gondola ilk binişimizde söylemiştim. Daha doğrusu haykırmıştım. Ne yapayım düşecektik. Ölmek istemiyordum. Onur gibi bana özel hissettiren birine sahipken ölmek istemiyordum. Fakat şimdi sorsanız isterim. Ki öleceğim de zaten. Her neyse. O gün, yani gondola ilk bindiğimiz gün, Onur'un bana sımsıkı sarılıp "Hiçbir şey olmayacak sevgilim" diye kulağıma fısıldadığı gün hayatımın en güzel günlerinden biriydi. Onur sarıldığında kendimi güvende hissetmeye başlamıştım ama yine de düşecekmişiz gibi geliyordu. Onur ise benim o anki durumuma gülüyordu. Pislikti, hala pislik. Sonuç olarak ölmedik ama ben o iğrenç aletin bir daha yanından bile geçemedim. Elimdeki kazağı kutuya geri koydum, kutunun kapağını kapattım ve kutuyu elime alıp evin kapısına yöneldim. Kapıa doğru gidiyordum ki aklıma bir fikir geldi. İçindeki resimleri yırtacaktım! Zaten bende yedekleri vardı. Derhal kutuyu yere koydum, kapağı açtım ve resimleri birbir yırtıp geri koydum. Kapağı kapattım ayağa kalktım ve eğilip kutuyu aldım. Derhal evden çıktım ve Onur'un kapısı önüne geldim. Tabi anca oraya kadar gelebildim. Karşısına çıkmak için cesaret toplamalıydım. Kendime "En fazla ne olabilir? Sen karşı koyabilirsin! Haydi Selin!" diyerek cesaret veriyordum. Bir anda zile bastım. Farkında bile değildim! Onur kapıyı açtığında onca cesaret toplamama rağmen karşısında öyle kalakaldım. Onur "Selin?" deyince ayıldım ve kutuyu uzattım. Şaşkın bir şekilde "Bu ne?" der gibi bakarak aldı kutuyu. "Bende kalan eşyaların" dedim. Onur hala bir şey söylemiyordu. "Ne bakıyorsun? Ben de kendi eşyalarımı alacağım, tabi atmadıysan!" dedim ve içeri daldım. Onur kapıyı kapattı ve arkasını döndü. Hala bana boş boş bakıyordu. "Ne bakıyorsun? Eşyalarımı alacağım? Nerede onlar?" dedim. İşaret parmağı ile beyaz bir kapıyı gösterdi. Kapıyı açtığımda karşılaştığım şey inanılmazdı. Tüm bir oda bana ayrılmıştı. Resimlerimiz, eşyalarım. Bende bile benim bu kadar çok eşyam yoktu herhalde.Ağzım açık kalmıştı. Onur'un yanına gittim ve hala elinde duran kutuyu aldım. Eşyalarını salondaki koltuğa boşalttım. Evin kapısı direk salona açılıyordu. Yani aslında salondaydık. Kutuyu aldım ve odaya geri döndüm. Eşyalarımı kutuya topladım. Ve kutuyu elime alıp derhal evi terk ettim. Kendi evime geçtiğimde çok yorgundum derhal yatak odama gittim ve kendimi yatağa attım. Bu olanları ve sonunda olabilecekleri düşünürken uyuyakalmışım.