Sebebi gözlerini hiç kırpmadan öylece durmasından mıdır bilinmez, göz altları ıslanmıştı. Parlak siyah göz bebekleri üzerine önünden geçen insanların yansımaları düşüyordu sırayla; kimi yalnız, kimi iki kişi, kimiyse kalabalık bir grup; kimileri yaşlı, kimileri genç, kimileriyse çocuk. Gözlerine bakan biri görürdü geleni gideni, onun içinse tüm bunlar bir bulanıklıktan ibaretti. Sonunda kıpraştırdı göz kapaklarını ve sol arka çaprazında bulunan şemsiyeli banka oturdu ellerindeki poşetleri de yanına oturtarak. Kendi oturduğu bölge kuruydu lakin poşetleri koyduğu tarafı şemsiye tam olarak koruyamamıştı, umrunda da değildi zaten ıslanıp ıslanmadıkları. Yere eğilip bir taş aldı eline eğri büğrü fakat yumuşak hatlı; sol elinde, avucunun içinde döndürüp duruyordu. Bir yumruk oluverdi eli, sıkıyordu taşı sanki suyunu çıkarıp da içecekmişçesine bir hararet ve istekle. Sıkıyordu, daha çok sıkıyordu, çok daha çok sıkıyordu. Parmak uçlarına iğneler, avuçiçine çiviler saplanıyordu, öylesine canı yanıyordu. Kanamaya başlamıştı yüzük parmağı, gücünü kademe kademe düşürerek sonunda sıkmayı bırakmıştı taşı.
Gözlerinin önüne bir gölge düşmüştü birden, başını kaldırmaya dahi tenezzül etmemişti. Sağ dirseğini dizinin üzerine, çenesini sağ avuçiçine desteklemiş şekilde duruyordu. Gölge gitmemekte ısrarcıydı, hâlâ gözlerinin önündeydi. Önce gözleriyle bakabildiği kadar yukarı baktı. Görebildiği, adamın montunun yakasıyla sınırlı kalmıştı, mecbur kaldırdı başını yukarı.
Oldukça zayıf, keskin çene kemikleri görünen, bembeyaz seyrek saçlarına karşın simsiyah gür kaşları olan bu altmışlı yaşlarının başındaki adamı görünce içinde balonlar yükselmişti. Hemen yanındaki poşetleri aşağı koymaya yeltendi fakat bankın o tarafının ıslak olduğu aklına geldi. Hızla ayağa kalkacakken ihtiyar omuzunu tutarak kalkmasına izin vermedi.
"Yüzümüze bakmaya dahi tenezzül etmiyorsun yahu! Kök saldım şurada başını kaldırıp bakana kadar. Hangi deryada gemi kaptanlığındaydın anlat hele."
Gapalon pörtlek pörtlek bakıyordu, bir daha bakıyordu. Neredeyse eliyle kontrol edecekti adamı, bu gördüğüm gerçek mi diyerekten.
"Yahu ne adamsın. Gözlere bak cevher gibi parlıyor. Şaşkınsın tabi, kısa keseyim, uzun hikâye..."
Gapalon, ihtiyar başta engellemiş olsa da ayağa kalkmıştı bu kez. Uzun zamandır duymadığı bu tok, babacan ses; görmediği, görmeyeli daha da zayıflamış ve kırışmış bu yüz; bakmayalı heyecanından bir şey kaybetmemiş bu iki göz ve titremeye başlamış ellerindeki, almayalı boyutu küçülmüş pamuk şekerler onun yüzüne soğuk bir su gibi çarpmıştı resmen.
Üşüdüğünden midir bilinmez hafif titrek ince bir sesle konuşuyordu Gapalon.
"Sen, sen nasıl..?"
"Dedim ya evlat. Uzun hikaye. Ben çıkalı bir hafta oluyor da sen ne zamandır içerideydin anlat bakalım?"
Gapalon, her daim gülümseyen ihtiyarın, güler sesli bu mizahi sorusuna karşılık mutlu bir tebessümle yanıt verdi sadece. Özlediğini hissettiği bu sesi, duymayalı çok olmuştu ve hiç ziyaret de etmemişti bu candan ihtiyarı.
"Ey gidi günler! Ne günlerdi değil mi evlat?" diyerek başladı ihtiyar. "Çocuklar benim peşimden koşardı, anne babaları da çocukların. Zorla aldırırdı hergeleler pamuk şekerleri. Beş yılda ne çok şey değişmiş yahu Dalan! Şu sahil boyunda çocuğuna pamuk şeker alan anne babayı bırak, isteyen çocuk bile kalmamış nerdeyse. Herkes bi uzaklaşmış sanki her şeyden. Hiç satmıyor da değilim tabii de... Senin bücür de az değildi ha! Ah ne yaramazdı o! Sen, o isteyince geri çeviremez alırdın pamuk şekerini ama annesi almazdı bazen, ortalığı yıkardı kerata."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonu Olmayan Müzik
ParanormalGeçmiş şimdiki zaman mı olmuştu? Tüm bu yaşananlardan sonra başı artık çok daha fazla hatırayla dertteydi. Küçük kız onu bir rüyadan uyandırmıştı ama Gapalon adeta rüya içinde rüyadaydı, ve bu seferki çok daha ızdıraplıydı. İçinde hırçınlaşan anı de...