Otuz Bir

88 16 0
                                    

Cenaze günü geldiğinde Johnny'nin beni uyandırmasıyla güne başladım. Zor da olsa gözlerimi açabilmiştim. Ağır adımlarla hareket edip banyoya ilerledim. Bayan Lee'nin tek oğlu olarak cenazeye hazırlanmalıydım.

Sıcak suyu açıp banyonun ısınmasını bekledim. Banyo dolabından Johnny'nin bana düzenli olarak aldığı yüz temizleme jelini aldım. Avucuma döküp köpürttüm. Yanaklarıma, çeneme ve gözlerime sürdüm. Musluğu açıp duruladım. Diş fırçamın üzerine macun sıkıp dişlerimi fırçaladım. Suyun yeterince ısındığını düşündüğümde kıyafetlerimi çıkartıp altına girdim. Saçımı ve vücudumu yıkayıp durulandım. Her şeyi ekstra uyuşukluk içerisinde yapıyordum. Ne kadar az hareket edersem törene o kadar yavaş gidermişim gibi hissediyordum. Suyun altında durmaktan sıkılınca kapatıp duşakabinden çıktım. Bornozumu giyip yine aynı yavaş adımlarla odama ilerledim.

Yere saçlarımdan sular damlarken dolabımdan takım elbisemi çıkarttım. İç çamaşırımı giydikten sonra pantolonu giydim. Kemerimi takıp gömleğimi ilikledim. Kravatımı boynuma asıp ceketimi giydim. Her zaman yaptığım gibi cüzdanımı ve telefonumu cebime koydum. Annemin bir zamanlar sevdiği parfümümü sıkıp odamdan çıktım. Merdivenlerden inerken Johnny'nin aceleyle hareket ettiğini gördüm. Beni görünce durdu.

"Tam da seni çağırmaya geliyordum." Gülümseye çalıştı. O da en az benim kadar yorgundu. "Kevin gelmiş, kapıda bizi bekliyor." diye devam ettirdi cümlesini. Hafifçe kafamı sallayıp kapıya doğru yürüdüm. Annemin nefret ettiği siyah converselerimi giydim. Bu sefer özenle bağladım bağcıklarımı. Herhalde bu durumdan memnun olurdu, görseydi tabi ki.

Kapıyı açtığımda güneş her zamankinden daha parlaktı. Johnny kapıyı kilitleyip yanıma koştu. Ben ise ağır adımlarla yürümeye devam ediyordum, koşmasa da iki veya üç adımda yanıma ulaşabileceği mesafedeydim. Kevin, söylediği gibi kapının önündeydi. Arabasına yaslanmış bizi bekliyordu.

"Günaydın çocuklar." dedi. Sesi, bizi neşelendirmeye çalışıyormuş gibiydi. Bugün pek neşelenecek bir gün değildi.

"Giderken Ten ve annesini de alacağız." dedim. Anladığını belli edercesine kafasını salladı. Sürücü koltuğuna geçip bizim arabaya binmemizi bekledi. Johnny ön koltuğa geçmemi beklerken onun oturmasını işaret ettim. Ama kabul etmedi. İtiraz etmeye gücüm yoktu, o yüzden binmeyi tercih ettim. Emniyet kemerimi taktıktan sonra Kevin arabayı çalıştırdı. Sakince Ten'in evini tarif ettim.

Henüz kapıya çıkmadıkları için birazcık bekledik. Daha sonra arabadan inip kapıya tıkladım. Ten'in annesi kocaman gülümsemesiyle kapıyı açıp sarıldı. Sıcacık kucaklamasına karşılık verdim. "Çantamı alıp geliyorum." dediğinde kafa salladım. Ten de yere çökmüş ayakkabılarını giyiyordu. Beni görünce gülümsedi. Gülümsemesine yarım bir şekilde karşılık verdim. Ayakta duracak günü bile kendimde zor buluyordum. Hazır olduklarında arabaya doğru ilerledik. Ön kapıyı açıp Ten'in annesinin binmesini bekledim ama o da benim Johnny'e itiraz ettiğim gibi itiraz etti.

"Oraya sen binsen daha doğru olur Taeyong." Eliyle omzuma birkaç kez vurup onaylamamı bekledi. Daha sonra Johnny arka kapıyı açıp binmelerini bekledi. Herkes arabaya bindiğinde Kevin mezarlığa doğru sürdü.

"Bu Kevin, annemin en yakın korumasıydı." dedim Ten'in annesinin tedirgin olmaması için. Daha sonra Kevin'a dönüp Ten'i ve annesini tanıttım. Kısa bir tanışmanın ardından mezarlığa gelmiştik. Bizden başka kimse yoktu. Kevin arabayı park ettikten sonra annemin gömüleceği yere yürüdük.

"Birazdan diğerleri de gelir." dedi Kevin. Onun koluna girmiştim. Destek alarak yürüyordum, tutunmazsam düşecek gibiydim. O da bunu fark ettiğinden itiraz etmemişti.

"Gelmeseler de sorun değil." dedim. Mezarın önüne geldiğimizde. Tabutu çukurun önünde duruyordu. Yüzünü görüp göremeyeceğimizden emin değildim. Üzeri de örtülmüştü. Kilisenin önündeydik. Rahip gelmeden hemen önce annemin diğer çalışanları da gelmişti. Sessizce bekliyorduk. O da geldiğinde annem artık gömülecekti. Kevin yanımda elimi tutuyordu. Sağ tarafımda da Johnny, onun yanında Ten, onun yanında da annesi duruyordu. Dördümüz önde beklerken rahip gözlerini benimle buluşturdu. Hafifçe kafamı salladığımda yanındaki adamlarla annemi çukura koydular. Küreği bana uzattığında Kevin'i öne doğru ittirdim. İlk toprağı onun atması daha doğru gelmişti. Sonuçta benden daha yakındı anneme.

Her şey sessizlikle ilerlerken, tabutu tamamen toprakla örtülmüştü. Bitmişti. Bu kadardı işte. Tüm çektiği acılar, çektirdiği acılar, mutlulukları, huzurlu olduğu anların hepsi toprağın altındaydı artık. Rahip yanıma gelip elime bir kitap bıraktığında gülümsedi.

"Her şey geçecek. Yarın uyandığında artık bu yaşadıkların geçmişte kalacak. Zor olacak belki ama her uyandığın yeni bir günde asla dönüp arkana bakma." Ellerini elimden çekip Kilise'ye doğru yürümeye başladı.

Gözlerim dolmuştu. Haklıydı. Ben her seferinde arkama dönüp baktığım için ilerleyemiyordum. Herkes dağılırken hala dikilmiş mezara bakıyordum. Her şey son bulmuştu. Arkamı döndüğümde Ten ve annesi sessizce bana bakıyorlardı. Göz yaşlarım onların bakışlarına dayanamayıp akmaya başladı. Annesi aramızdaki bir adımı kapatıp yeniden sarıldı bana. Sessizce saçlarımı okşadı. Ten elimi tutarken ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ayrıldığımızda kendimi daha iyi hissediyordum.

"Eve gidelim mi?" dediğimde herkes onayladı. Mezarlıktakini çıkıp arabaya yürürken elimdeki kitaba bakıyordum. Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. İncildi belki de. Belki de Rahip'in yazdığı dinsel bir kitaptı. Kapağını açıp içine bakmadım.

Ön koltuğa oturup emniyet kemerimi bağlarken gözlerim aynadaki yansımama takıldı. Gözlerim kıpkırmızıydı. Tükenmiş gibi görünüyordum. Yerimde doğrulup gözlerimi aynadan çektim. Bakarak kendime daha fazla acı çektirmeyecektim.

"Hangi eve gidelim?" Kevin sorduğunda mezarlıktakini epey uzaklaşmıştık.

"Annemin." dedim kısaca. Başıyla onaylayıp ilk sapaktan döndü. Herkes sessizdi. Tek duyduğum şey hırıltılı nefes alışverişimin sesiydi.

"Ne yemek istersiniz?" dedim arkaya doğru.

Ten'in annesi yerinde kıpırdandı. "Sen ne istersen, onu yiyebiliriz." dedi. Huzursuz olduğu çok belliydi.

"Ben yapmayacağım ki, Kevin yapacak." dediğimde topu ona atmıştım. Gülümsedi.
"Eğer seçenek yoksa, ortaya karışık bir şeyler yaparım." dedi dikiz aynasından arkaya bakarken.

"Sanırım yok." dedim kollarımı karnımın üzerinde birleştirdiğimde.

Bu yaşıma kadar acıdan hiç kaçmamıştım. Her zaman anın içinden gelen acıya kucak açmış, bazen bunu kaldırabilmiş bazen de kaldıramayıp altında ezildiğimi hissetmiştim. Bugün her zaman yaptığımın tam tersini yaparak acıyı yok saymayı tercih ediyordum. Zihnimi oyalayacak bir şey bulamadığımda, bu yok saydığım acının tamamı geri gelecekti, biliyordum ya da yalnızken, gözlerim bir yere dalmışken altına alacaktı beni. Her şeyin farkında olmama rağmen bugün farkında değilmişim gibi davranacaktım. Kendi içimde onu baskılayıp, gün bitene kadar karanlıktan çıkmasına izin vermeyecektim. Acılarımı yalnızca ben yaşamalı, yanımdaki dört güzel kalpli insana yaşatmamalıydım. Bu günden sonra öyle yapacaktım. Eğer paylaşmamı isterlerse izin verecektim, istemezlerse de kendim sırtlanacaktım. Her şeyin bir sonu olduğunu bugün bir kez daha öğrenmiştim. Bu kemiklerimi un ufak edebilecek derecede hissettiğim ağırlığın da bir gün son bulacağını biliyordum. O gün gelene kadar taşıyacak, beni ezip geçmesine izin vermeyecektim.

Her şey eskisinden daha farklı olacaktı. Bugün kendime söz vermiştim.

Drugs | TaetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin