Yirmi Dokuz

103 17 3
                                    

Bir yere doğru koşuyordum. Nereye doğru olduğundan emin değildim. Arkama bakmadan, nefes almadan, hızımı yavaşlatmadan sadece koşuyordum. Zihnimde hiçbir düşünce yoktu. Sanki nereye gittiğimi çok iyi biliyormuşum gibi, yanımda kimse olmadan aceleyle gidiyordum. Kulaklarım hiçbir şey duymuyor, gözlerim kilitlendiği kaldırım taşlarından başka hiçbir şeyi görmüyordu. Etrafım bomboştu. Ne bir araba ne de bir insan vardı. Yalnız başıma, boş bir şehirdeydim sanki. Dudaklarımı aralamadan yaptığım tek şey koşmaktı. Sonra birden duraksadım. Karşıma çıkan şeyin ne olduğunu anlayamadan sıçradım.

Nefes nefese gözlerimi açtığımda yatağımdaydım. Akşam güneşi kapalı perdelerimin arasından odamın zeminine düşerken etrafıma bakındım. Odada yalnızdım. Nefes nefese kalmıştım. Ellerimle yüzümdeki terimi silip yatakta doğrulmaya çalıştım. Baş ucumdaki sehpanın üzerinde bir bardak su duruyordu. Ona uzanıp içtim. Gördüğüm şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sanki bir yarış atıydım. Durmak bilmeden nereye doğru koştuğumu merak etsem de ondan daha çok merak uyandıran başka bir şey vardı. Görünce duraksadığım şey/varlık neydi? Bunu öğrenemeden açmıştım gözlerimi gerçekliğe.

Giydiğim tişört terimden ıslanmıştı. Üzerimdeki yorganı kaldırıp ayaklarımı yatağımdan aşağı sarkıttım. Derin nefes alıp ayağa kalktım. Bacaklarım çok güçsüzdü. Yine de yerimden kalkmaya  çabaladım. Dizlerim titrese de dolabıma ilerleyip temiz kıyafet aldım. İç çamaşırımı da aldıktan sonra banyoya ilerledim. Kapıya tıklayıp içeri birinin olup olmadığını kontrol ettim. Boş olduğundan emin olup hemen duşumu aldım. Ilık su saç diplerimden topuklarıma doğru akarken tüm yüklerimden arınmış gibi hissediyordum. Tüm kötü hislerimi, düşüncelerimi alıyor gibiydi. Şampuanlanıp durulandıktan sonra suyu kapatıp çıktım. Kurulanıp kıyafetlerimi giydim. Aynaya bakma ihtiyacı bile hissetmeden çıktım. Sakince merdivenlerden inip etrafa bakındım. Johnny etrafta gözükmüyordu.

"Mutfaktayım, buraya gel."

Sesini duyduğumda adımlarımı oraya doğru yönlendirdim. Masayı hazırlamıştı. Önündeki gazeteyi okuyordu. Eve gazete almayalı uzun zaman olmuştu. Kendisi de kağıt israfı diyerek almayı bırakmıştı yıllar önce.

"Kabus mu gördün?" dediğinde gözlerimi ona sabitledim. Ritmik hareketlerde gözlerini kırpıyordu. Önünde açık olan gazete sayfasına odaklı olsa da kulakları bendeydi.

"Evet. Sen nereden anladın?" dedim sakince. Yataktan kalktığımdaki gibi dağılmış hissetmiyordum.

"Annenin adını söylüyordun." dedi benim gibi sakince. Daha sonra ince uzun parmaklarıyla gazeteyi katladı ve kolumun yanına koydu.

"Belki de onu görmeye gitmeliyim." dedim kafamı aşağı eğerek. Dünkü kararımdan u dönüşü yapıyormuşum gibi hissediyordum. Bu yüzden sürekli beynimin bir köşesinde Johnny'nin beni bırakıp gideceği düşüncesi yerleşikti.

"Nerede olduğunu biliyor musun?" dediğinde hafifçe kafamı sağa sola salladım. Evden çıkmasını söylediğimden beni ondan haberim yoktu. En azından evdeyken nerede olduğunu biliyordum diye geçirdim içimden. Böyle olmamalıydı, benim açımdan.

"Kahvaltı etmeyeceğim." deyip yavaşça yerimden kalktım ve onu hazırladığı masayla baş başa bıraktım. Annemi görmeye gidecektim. Nerede olduğunu bilmeden, onu aramak için yola çıkacaktım. Henüz evden taşınmamış olabilir diye düşündüm. Ondan bu kadar nefret ederken, iyileşmeye karar vermişken yeniden bir şeyleri batırmaya çalıştığımı anlamıyordum. Ama emin olduğum tek bir şey vardı. Korkuyordum. Gitmesinden, bırakılmaktan, kurtulamamaktan, ölmekten... ve bunun gibi birçok şeyden. Ben gitmezsem gideceklerdi, bırakmazsam bırakacaklardı, hiçbir zaman kurtulamayacaktım, yaşayamayacaktım. Bunlara emindim. Johnny'nin verdiğim her sözden geri dönüşümü izliyor ve sesini çıkartmıyor olması canımı sıkmaya başlamıştı. Yalnızca kendime zarar vermiyordum böyle yaparak, onu da yıpratıyordum.

Drugs | TaetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin