Beş

211 30 6
                                    

Telefonum çalıyordu. Bununla eşzamanlı olarak kapıda takılı olan zilin sesini de duyuyordum. Oflayarak yerimden kalkmayı denedim. Bacaklarım güçsüzdü, kıpırdayamadım. Bu arada hangisine öncelik vermem gerektiğini düşünüyordum, telefona mı bakmalıydım yoksa merdivenleri inip kapıya mı? İkisini de yapmadım. Kafamı yastığın altına gömüp seslerin kesilmesini bekledim. Birkaç saniye sonra ikisi de boğazıma yapıştı. Saatin kaç olduğunu, günlerden hangisi olduğunu, ne giymem gerektiğini ve en önemlisi derse gidip gitmemem gerektiğini bilmiyordum. Her şeyi unutmuştum. Şimdi ne yapacaktım? Telefona mı bakmalıydım yoksa kendime işkence edip kapıya mı? Bu soruyu üçüncü kez kendime tekrar ettiğimde elim yerde duran telefonuma gitti. Kimin aradığına bakmadan direkt açtım telefonu. "Efendim?" dedim düz bir sesle. Hiçbir duygu yoktu, gözlerim kapalıydı. Beni uykumdan uyandıran kişinin kim olduğunu merak ediyordum.

"Kapıyı aç Taeyong." dediğinde kim olduğunu idrak edemeden telefonu kapattı. Tanıdık dıt sesi kulağıma ulaştığında arayanın Johnny olduğunu anlayabilmiştim. Anahtarı olduğu halde kapıyı çalması birazcık komikti. Yataktan kalkıp gözlerimi ovaladım. Uzun sayılabilecek bir süre gerinip odadan çıkacaktım ki dün gece Yuta'dan aldığım paketler aklıma geldi. Sehpanın üzerindeydiler. Koşarak yatağa gidip koyduğum yerden aldım. Yatağın tahtası ve süngeri arasına koyup bozulan çarşafı düzelttim. Dudaklarımın arasından derin bir oh çıktı. Yeterince azar yiyip beni hırpalamasına izin vermiştim. Eğer tedavi istemiyorsam iyi olmaya çalıştığımı bir şekilde ona göstermeliydim. Bu dolaylı yoldan ona yalan söylemek oluyordu, farkındaydım. Ama bazı şeyleri bırakmam için bana zaman tanıması, yeterli alanı açması ve en önemlisi aklımı kaybetmememi sağlaması gerekiyordu. Yani en azından ben öyle düşünüyordum.

Zil bir kez daha çaldığında merdivenlerden iniyordum. Oflayıp adımlarımı hızlandırdım. Kapıya ulaştığımda açar açmaz suratına yumruk atmak istiyordum. Elim kapı kulbunu aşağı çektiğinde tık sesi duyuldu ve kapıyı açtım. Karşımda kocaman cüssesiyle Johnny duruyordu. Bana göz kırpıp içeri girdi.

"Kendine geldin mi?" Sorusunu duyduğumda kapıyı kilitliyordum.

"Geldim." Kıkırdadı. Ben ayakta dikilirken onun kendini koltuğa yayılışını seyrettim. Arkasını dönüp bana baktı bir süre. Dayanamayıp karşısındaki koltuğa oturdum. Sessizce beni izledi. "Dün Ten'e neden öyle davrandın?" Adının Ten olduğunu öğrendiğim şu çocuğa, bir davranışımı mı soruyordu şimdi. Ciddi miydi yoksa beni mi sinirlendirmek istiyordu. Bir süre suratına baktım.

"Daha iki gün bile olmadı tanışalı. Kim olduğunu bile bilmiyorum. Pat diye evime getirdin. Nasıl davranmamı bekliyorsun?" Haklı olduğumu bildiği için sustu. Yerinden kalkıp mutfağa ilerledi. Orada dolapları karıştırdığını biliyordum. Yiyecek bir şeyler arıyordu. Muhtemelen kahvaltı etmemişti ve benim gibi gün geçtikçe kilo kaybeden birinin evinde yemek bulmak birazcık zordu.

"Yemek yok boşuna bakma." dedim odama çıkmak için hareketlendiğimde. Beni salonda bulamayacağı için direkt odama geleceğini biliyordum. Merdivenleri acele etmeden tırmandım. Kendimi yatağa bıraktığımda Johnny'nin merdivenleri çıkarken yaptığı sesleri duyabiliyordum. Odama gelip yatağa oturdu. Beni izlediğini hissediyordum. "Neden Ten'in yaptığı çorba harici bir şey yok?"

Gözlerimi araladım. Bu sorunun cevabını sadece bana bakarak verebilirdi. "Çünkü yemek yemiyorum. İstersen onu ısıtıp yiyebiliriz." dedim oturur pozisyona geldiğimde.

"Hayır o midemi yaktı." Çok baharatlı şeyler yiyemezdi. Dün onun yaptığı çorbaysa aşırı baharatlıydı. Eve gidince kıvrandığına yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. Aslında kanıtlayabilirdim, telefonumda böyle mide ağrısı çekerken benim hayvan gibi güldüğüm bir video vardı. "O zaman dışarıda yiyelim." diye bir öneride bulundum. Yataktan kalkıp banyoya ilerlerken arkamdan geldiğini biliyordum. "Saat kaç bu arada?"

Drugs | TaetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin