On Beş

161 28 12
                                    

Evdeydim. Ait olduğum yerde yatağımda. Yanımda Johnny vardı. Benimle birlikte uzanıyordu. Sessizdik. Ben zar zor nefes alıyordum, o da sessizce beni izliyordu. Kollarımda iğnelerin izleri vardı. Sanırım birini çıkartmaya çalışmıştım. Orada minik bir iz vardı. Yara kabı tutmuştu. Zayıflamıştım. Kemiklerim daha görünür bir hal almıştı. Yüzüm de çökmüştü. Gözlerimin altında morluklar oluşmuştu. Sadece nefes alıp vermeye gücüm vardı.

"Ten seni çok merak etti. Onu sakinleştirmekte zorlandım." Kapalı olan göz kapaklarımı yavaşça aralayıp kendimi Johnny'e doğru çevirdim. Tek başıma yeterli olamayınca bana destek oldu ve dönmemi sağladı.

"Özür dilerim, birkaç gündür hepinize yük oldum." Cümlemi duyar duymaz kaşları çatıldı. Derince bir nefes aldığında göğsü inip kalktı.

"Özür dilemeni gerektirecek bir şey yok, Taeyong." Elini kaldırıp alnıma düşen saçlarımı geriye doğru attı. Elleri sıcacıktı. Benim bedenim buz gibiydi. Üşümüyordum ama tırnaklarım mordu. Titremiyordum ama kendimi ısıtacak kadar enerjim de yoktu. Ellerimi ağır hareketlerle Johnny'e yaklaştırıp ellerini tuttum.

"Beni ısıtır mısın?" Sorumu yanıtlamadan bedenini bana kaydırdı. Kollarını sıkıca bedenimi sardı. Başım onun omzuna yaslanmıştı. Bedenimin ne kadar soğuk olduğunu ona sarıldıktan sonra daha iyi anlamıştım.

Yaklaşık bir saat sonra iyice kendime gelmiştim. Kapı çaldığı için Johnny yanımdan kalkıp aşağı inmişti. Onun sıcaklığı hala yataktaydı. Onun yattığı yere doğru kayıp üzerimdeki yorgana birazcık daha sarıldım. Bu sıcaklık uykumu getiriyordu. Aşağıdan konuşma sesleri geliyordu ama ne konuştuklarını tam olarak duyamıyordum. Ardından birkaç tıkırtı geldi ve sesler kesildi. Ne olduğunu anlayamamıştım. Yavaşça esneyip yerimde gerindim. Kalkmaya çalıştığımda odamın kapısı aralandı.

"Hey! Kalkma yerinden." Ten'in sesini duyduğumda hareket etmeyi bırakıp ona doğru baktım. Gülümsüyordu. Gülümsemeye çalıştım. Yanıma gelip yatağa oturdu. Gözleri dolmuştu. Dokunsam ağlayacak gibiydi.

"Beni terasa çıkartır mısın?" dedim. Sessizce burnunu çekip yataktan kalktı. Beni kolumdan tutup kaldırdı. Onunla birlikte ağır adımlarla terasa çıktım. Hava serindi. Rüzgar eserken sessizce dikiliyorduk yan yana. Kolundan destek alıyordum. Ona karşı söyleyecek çok şeyim vardı ama konuşmaya cesaretim yoktu. Onun da bana söyleyecekleri olduğuna emindim. Kızgındı bana. Neden böyle bir şey yaptığımı soracak, bağıracak, hesap soracak ve belki de karşımda ağlayarak vicdan azabı çektirecekti bana. Ama onun da söylemeye cesareti yoktu sanırım benim gibi. Bir yerden başlamamız gerekiyordu. Ya ben konuşacaktım ya o.

"Teşekkür ederim, Ten." dedim rüzgar saçlarımın arasından kayıp giderken. İlk defa adını söylemiştim sanırım. Hatırlayamıyordum geçmişi.

"Ne için teşekkür ediyorsun?" dedi bana bakmadan. Sadece gökyüzüne bakıyordu. Kahverengi gözleri mavi gökyüzünü süsleyen gri bulutlar arasında dolaşıyordu ama bir türlü bana çarpmıyordu. Kızgın mıydı anlayamıyordum.

"Seni görmemi ve kendime gelmemi sağladığın için teşekkür ediyorum."

Kolunu aşağı sarkıttı. Onunla birlikte boşluğa düştü kolum. Elim bacağıma çarparken artık birbirimize temas etmiyorduk. Karşıdan bakan biri iki yabancı gibi görürdü bizi. İstemesek de çok şey paylaşmıştık birlikte. Arkadaş bile değildik üstelik. Ben istemesem de sürekli karşıma çıkıp varlığını hatırlatan oydu. Sanırım artık yolun sonuna gelmiştik. Bu itirafıma karşı hiçbir şey söylemedi. Anlaşmamız buraya kadardı. Gidecekti. Tavrından belliydi.

Daha en başında, ormanda elini sıktığım o gün pes edeceğinden adım gibi emindim. Gözlerindeki parıltı en fazla bir hafta sonra söner diye düşünüyordum ama üç-dört hafta kadar dayanmıştı bana. Bana yemek yaptığı için, yanımda olduğu için ve ona söylediğim gibi kendime gelmemi ve bir şeyleri fark etmemi sağladığı için ona bir kez daha teşekkür etmeliydim. En azından gitmeden söylemeliydim. Bende bıraktığı etkiyi bilmeliydi.

Kaç dakika geçtiğini bilmiyordum. Sessizce dikiliyorduk terasta. Bomboştu. Oturacak bir şey yoktu, yaslanabileceğimiz tek yer duvarlardı. Bir kez daha esti rüzgar. Saçlarım dağılmıştı. Soğuk hava gözlerimi yaşartıyordu. Aramızdaki sessizlik biraz daha katlanamayacak hale geliyordu. Kendimi, beni bırakıp gitmesine hazırlamıştım. Tekrar kendimi beyaz toza vermeyecektim. Sadece gidişini izleyecektim, diğerlerini izlediğim gibi. Bana gitmeyeceğini söylemişti boynunu öptüğümde. Gittiğinde tüm söyledikleri yalan olacaktı, o da benim gözümde yalancı.

Derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapattığımda rahatladığımı hissediyordum. Ona söylemek istediğimi söylemiştim. Ama Ten inatla hiçbir şey söylemiyordu. Birbirimize temas etmeyişimiz de ortamı daha çok gergin hale getiriyordu, en azından benim açımdan. Ona alışmıştım. Kendime bile itiraf edememiştim ama ona alıştığımı şu an fark ediyordum. Gitmesini istemiyordum. Bunu şimdi ona söyleyecek cesaretim yoktu. Söylemeyecektim. Söyleyemezdim. Çünkü o gitmeye karar vermiş gibi gözüküyordu. Eğer bir karar verdiyse onu geri döndüremezdim. Sadece bana izlemek düşerdi. Bir kez daha rüzgar esti. Bu sefer onun olduğu yönden esti. Parfüm kokusu burnuma geldiğinde iyi hissettim. Her gün içime çekmek isteyebileceğim bir koku kullanıyordu.

Aniden bir adım attı. Balkon mermerine daha çok yaklaştı. Elini kaldırıp gözlerini sildi. Ağlıyor muydu göremiyordum. Arkasından onu izliyordum sadece. Gitmesi için arkamda kalması gerekiyordu ama onun arkasında olan bendim. Yavaşça sol eliyle saçlarını geriye attı. Nefesimi tutmuş hareketlerini izliyordum. Karar vermemişti. Şu anda karar vermeye çalışıyordu. Kafasını öne eğip derin bir nefes bıraktı dışarıya. Arkasını dönüp direkt gözlerimin içine baktı. Dakikalardır bana baksın diye dua ettiğim kahverengi gözleri benimkilerde takılı kaldı. Attığı adımları yeniden atıp karşıma geçti. Gözleri kızarmıştı. Acı çekiyordu, benim yüzümden. Birden parmak ucuna yükselip boynuma tutundu. Ellerim benden bağımsız bir şekilde beline gitti ve onu yakaladım. Sıkıca sardım belini. Korktuğum olmamıştı. Hiçbir şey söylemeden gitmemişti. Ama bu sarılışı son teması olabilirdi bana. Kolları yavaşça çözüldüğünde benim de onu bırakmam gerektiğini anladım. Kollarımı sardığım belinden ayırıp yeniden boşluğa bıraktım.

Gözlerime bakıp gülümsedi. Ben de ona karşılık verdim. Yeniden parmak ucuna kalkıp dudağımı öptü. Ufak, minicik bir öpücük bıraktı bana. Gözlerim kapanırken gülümsedim. Onun beni ilk öpüşüydü.

"Gitmeyeceğim aptal. Kafanda öyle bir düşünce varsa hemen yok et."

Gözlerimi açtığımda gülümsüyordu. Gülümsedim. Korkumu iki cümlesiyle yenip atmıştı. Bu kadar kolaydı işte. Kalp atışlarım yavaşlarken daha çok gülümsemiştim. Eğilip dudağını öptüğümde sıcacık ellerini yanaklarıma yaslamıştı. Benim ise ölüden farkım yoktu. Buz gibiydim.

"Hadi içeri girelim de uzan." dediğinde elimi tuttu ve yürümem için birazcık ittirdi. Yeniden yatağa uzandığımda rahatlamıştım. Ayakta durmak işkence gibi gelmişti. Yorganın altına girmişti o da. Benimle birlikte uzanıyordu. Gözleri üzerindeydi. Benim de başım ona doğru dönüktü.

"Özür dilerim. Endişelendirdiğim için."

Elini uzatıp yanağıma dokundu. Hala sıcacıktı. Bana yaklaşıp bir kez de yanağımı öptü.

"Sorun değil. Bunları düşünme şimdi. Güzelce dinlen. Ben buradayım." dedikten sonra eli saçıma gitti. Saçlarımla oynarken uykum gelmişti. Göz kapaklarım yavaş yavaş kapanırken o hala yanımdaydı.

"Teşekkür ederim." Parmaklarının hareketi birkaç saniye dursa da yeniden oynamaya devam etti. Parfüm kokusu hala burnuma gelirken sessizdi. Yanımdaki varlığı beni rahatlatıyordu. Orada beni izlediğini bilmek iyi geliyordu. Rahatça uyuyacak ve gücümü toparlayacaktım. Onun karşısında dimdik durmayı düşünüyordum. Johnny ve onu bir daha üzmemeye karar vermiştim. Yaptıklarımı telafi edecek, onları mutlu edecektim. Bunu hak ediyorlardı.

———

Merhaba. Bölümü beğendiniz mi?

Yakında vizelerim başlayacak. O yüzden odaklanıp bölüm yazmaya vaktim olmuyor. Derslerimi ve ödevlerimi birazcık azalttığımda bölümleri daha hızlı yazmaya çalışacağım.

Bir hatam olduysa affedin. Umarım severek okumaya devam edersiniz. Kendinize dikkat edin, sağlıklı kalın. 🤍

Drugs | TaetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin