Bölüm/4 "Hoş geldin Aişe"

360 43 15
                                    

İşgal mahkemelerindeki Şeyh Raid Salah ve tüm Allah için sürgün olanlar anısına ithafen...

Ben Ömer...

Henüz gençliğinin baharında, sırtına annesinin hasretini yüklenmiş ve uzun yılları ardında bırakmış o kanı deli akan Ömer.

Belimi, ilk kez tattığım ölüm dışında hiçbir şey bükemedi. Bir kız çocuğunun ölen gözlerinde tanıdım ilk kez kendimi. Bir dar sokakta nasıl ölünüp, nasıl yeniden doğulduğuna şahit oldum. Ellerim ilk kez birinin boğazına sarıldığında büyümeye başladım. Annemin kucağından koptuğumda değil, bedenim ilk cinayetimin titreyişleriyle sallanırken kocaman bir delikanlı oldum. Ölümü dizime yatırıp sevmeye başladığımda, sırtımdan kaydı geçmez dediğim her yaş. Öyle büyüdüm, öyle büyüdüm ki dimdik durdum Filistin sokaklarında. Gelen ecel dışında kimseye öptürmem alnımı derken, şimdi aynı sokakta büsbütün çıkmıştı kamburum.

Bir kadının incecik belini, kanı akan kardeşimin sırtında gördüğümde tattım ecelin nahoş kokusunu. Ve bana düşen, arkamı dönüp görmemiş gibi yoluma devam etmek oldu.

İlk kez beyazladı saçlarımdan bir tel.

İlk kez kırıştı bedenimde bir uzvum.

İlk kez yaşlandım anne.

Sen oğlunun serpilmesini hiç göremeden, ben iki büklüm oluverdim şimdi...

Sokaklar incelip iyiden iyiye uzamaya devam ediyordu. Ayaklarımın altında nefes alan bir toprak vardı. Ben her bastığımda inliyordu yeryüzü. Alışkın değildim arkamı dönmelere. Boğazı sıkılacak mesafede olan herkesin üzerine bir kartal edasıyla atlamak gibi huylarım vardı. Şimdi ise koşa koşa atlıyordum sanki önüme çıkan her çitten. Arkamda bıraktığım manzara, her çitte karşıma çıkıyor gibi koşuyordum ufka. Biliyordum. Eğer koşmasam ne ben kalacaktım geriye ne de davam. Yoksa bir kadının incecik bilekleri arasında son vermek zorunda kalacaktım bu kadar emeğe, bu kadar uğraşa...

Koştum, koştum ve koştum...

Ağır adımlarım, içimde fırtına olmuş gibi koştum.

İçimde biriken intikam, sırtıma Eliza'nın bıçağı gibi saplanırcasına koştum.

***

Evimin kapısını açtığımda saat gece yarısını geçiyor olmalıydı. Kudüs'ten Hayfa'ya nasıl geldiğimi hayal meyal hatırlıyordum. Rastgele bindiğim bir taksiye buranın adresini fısıldadığımı hatırlıyorum. Ondan önce tüm gün aralıksız yürümüştüm durmadan. İçimde susmamaya yemin etmiş alaca atları dizginlemem lazımdı. Nitekim fokur fokur kaynayan kanıma karıştıklarında hırçınlaşıp şaha kalkıyorlardı.

Kendimi umarsızca koltuğa bıraktım. Televizyonu açıp sesini iyice yükselttim. Elim istemsizce sehpanın üzerinde duran sigara paketine kaydı. Çare olmayacağını bilsem de paketten aldığım bir sigarayı en yavaş halimle tutuşturdum.

Dudaklarımla buluşan kök, her çekişimde uç kısımda sakin bir yol izliyordu. Nefesimle buluşan küller yeniden doğar gibi aydınlanıp, sönüyordu.

Bir elimi şakağıma dayayıp çekmeye devam ettim. Yabancı değildim ölümlere. Hatta kardeşlerimi yahut en yakın dostlarımı kaybetmeye. Bu son beş yıl ölüm şehadet ile yoldaşım olmuştu zaten. Ya düşmanımın canını alan yandaşım oluyordu, ya da sevdiklerimin emanetini alan Hakka kavuşturucum. Zihnimin içerisinde tepinen tek şey, yarın yeniden aynı katilin suratına hiçbir şey olmamış gibi bakmak zorunda oluşumdu.

ALACA (İslami)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin