Yoldaki Mühendis Abdullah Galip Bergusi Anısına İthafen...
Avucumun içerisine diken gibi batan klasörümü o kadar sert tutuyordum ki, bu nasır tutmayı seven ellerim olmasa şimdiye çoktan kan revan içinde kalmış olurdu her taraf. Etrafım beyaz ve mavi ile donatılmış, kaşları çatık ama dudakları gülen bir sürü insanla doluydu. İstisnasız nereye baksam birbirine benzeyen simalarla karşılaşıyordum. Bu manzaralara yabancı değildim elbette fakat hiçbir zaman bu tarafta yer almamıştım. Çil yavrusu gibi serpilmiş bu kalabalıkların tam karşısında durmak, benim sahip olduğum en kıymetli vazifemdi...
Yaklaşık on dakika kadar önce toplu olarak hareket etmek üzere bindirildiğimiz otobüsten inmiştik. Olduğum kalabalığın içerisinde muazzam bir senkronizasyon ve organize olmuşluk vardı. Kimse aykırı davranmıyor, herkes mükemmel bir ciddiyetle yaptığı işe sarılıyordu. İşleri ne miydi?
Elbette bayrak sallayıp, slogan atmak...
Kulağa klasik bir miting veya protesto hazırlığı gibi gelebilirdi görünenler fakat ne bu kalabalık bir işi öylesine yapacak bir kalabalıktı ne de miting veya protestoların altında yatan mesajlar bu kadar sevimliydi... Dünya üzerinde organize olmuş hiçbir avaz topluluğu sevimli ve öylesine bir araya gelme dürtüsü ile toplanmazdı. Bütün ruh bilimciler bilirdi ki, her görüşün slogan atmasının altında yatan alt metin, karşı tarafa psikolojik bir baskı mesajı iletmek üzere tasarlanmıştır. Kötü olan taraf gücünü sloganlar ile hissettirir, iyi olan yalnız olmadığını ve dik olduğunu göstermek için toplanır, birilerini etkilemek üzere bir araya gelenler ise kendi tarafına çekmek için sürü psikolojisine sırtını dayardı. Ve yeryüzü, asla öylesine bir araya gelmiş kalabalıklara denk gelmezdi.
Mescid-i Aksa'nın girişine kadar ilerlediğimizde, içinde bulunduğum kalabalığı garip bir sessizlik sardı. Çok dikkat çekmek istemediğim için sakince birkaç adım ilerimde yürüyen Eliza'ya bakmaya başladım. Amacım onlardan olmadığımı, onlar gibi görünerek saklamaktı. Eliza, elindeki bayrağı herkes gibi sıkıca kavrayıp iyice havaya kaldırdı. Kaşları çatık, omuzları iyice dikleşmişti. Ne yapmaya çalıştıklarını iyi biliyordum aslında. Onlar istediklerini istedikleri gibi yapmaya özgür olan bir nesildi. Uluslararası diplomasi, yasalar veya bürokrasi onlar için sadece minik bir formaliteydi. Normalde giriş çıkışlar için uygulanması gereken belli saatler ve günler onlar için pek geçerli olmasa da, bu akıllı nesil kendilerini uluslararası basında yanlış gösterecek (aslında gerçeği) davranışlardan kaçınırlardı.
Çünkü her ne kadar dünyanın şımarık çocuğu olsalar bile onları savunacak abilerinin, savunurken zorlanmamaları gerekirdi.
Şu an yaptıkları ise "aslında sadece bize vaat edilen toprakları kibarca ziyarete geldik" havası oluşturmaktı. Çünkü hepsi iyi bilirdi ki burada muhakkak kamerası kaydeden birileri olurdu. Gerçi gün sonunda kalabalığın arasında kendine hakim olamayıp olayların ateşini fitilleyen birisi her zaman çıkardı ve Aksa'nın koruyucu murabıtları, kutsal mekana zarar vermemeleri için canhıraş direnirdi ve sonunda çoğunlukla bir arbede yaşanırdı. Ama ne olursa olsun sonunda fitili ateşleyenler değil, topun ucunda olanlar enselerinden yakalanırdı.
İstemsizce kaşlarım çatıldığında etrafımdakiler anın heyecanı ile şekil aldığımı sanmışlardı. Hatta birisi "Güzel..." der gibi bana tebessüm etmişti. Ama bilmiyordu ki benim alevimin sebebi bambaşkaydı.
Bekleyişimiz, istediğim kadar uzun sürmedi. Kapılar toplu alımlar için polis eşliğinde açıldığında yavaş adımlarla ilerlemeye başladık. En son Osman'a yanlışlıkla çarpmış gibi verdiğim not içimi rahatlatsa da, burada bulunan kardeşlerimin bu kadar kısa bir sürede hazırlanıp hazırlanmadığından emin değildim. İçim felaket bulutları ile kaplıyken dışarıdan sadece genç ve korkusuz bir adam olarak görünmek zordu benim için. Olası bir olay anında Jacob olmayı bırakıp, Ammar olmak ihtimalim dizlerimi titretiyordu. Amacımı kendime ivedilikle hatırlatarak yürümeye devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA (İslami)
SpiritüelGenç adamın sinesini tokatlıyordu nefesi. İçinde Yemen'den başlayan bir alev... Aldığı havadisi, canı pahasına yetiştirmek için koşuyordu Filistin topraklarında. Öyleki karşısına dağ çıksa, eriyecekti heybetinden. Bir an sendelese yeryüzü birbiri...