Bölüm/2 "O kadar kana rağmen tebessüm etmişti"

571 73 31
                                    

ALACA/2.Bölüm

Tüm İslam aleminin onurunu muhafaza etmek için günlerdir nöbet tutan, zulüm gören ve şehid olan bütün kardeşlerim anısına ithafen... 

Sizler bu dinin en aydın yüzlerisiniz.

11.05.21/Aksa'ya düzenlenen baskınların ardından.

Kocaman kolonların süslediği çimenlerin arasında yürürken kafası yerdeydi. Güneşten korumaktan ziyade etrafı kolaçan etmesine yarayan siyah güneş gözlükleri, sakallarının üzerine özenle oturtulmuş burnuna fazla yakışıyordu. Elinde tuttuğu ve genellikle formalite usulü taşıdığı klasör çantası, uzun parmakları arasında hafifçe sallanıyordu. Güneş tam tepesine vururken içten içe iğrenerek mühendislik ana binasının merdivenlerine yöneldi.

Attığı her adımda başını hareket ettirmeden sağını ve solunu kontrol ediyordu. Olası bir tehlike sezinlediği zaman, boynunu kaşıma bahanesiyle tehlike sinyali aldığı yere tam olarak dikkat kesiliyordu. Şu an için her şey yolunda görünüyordu.

Binanın içerisine girdiğinde vücudunu kavuran güneş, yerini serin üfleyen klimalara bırakmıştı. Bu coğrafyanın iklimi de en az toprakları kadar kavurucuydu. Güneşin tepesini yakmadığı gün sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Vücudunu saran soğuk hava ile rahatladığında, dudakları "Estağfurullah, Estağfurullah..." fısıltılarıyla hareketlendi. Bu adamlardan gelen en ufak bir iyilik seremonisini bile davasına ihanet saydığı için, rahat hissettiği her an istiğfarda bulunmayı adet edinmişti.

Çünkü çok iyi biliyordu ki, bu dünyanın verdiği en ufak bir rahatlık bile insanoğlunun rehavetine sebep olabilirdi. Hele ki düşmanın koynunda yaşamaya çalışan kendisi için rahatlık en sıkı düşmandı. Bir saniye bile huzuru kaçmadan tattığı bir nebze hoşluk, ne için yollara düştüğünü unuttururdu.

Gireceği salonun kapısına doğru yaklaşırken gözlüklerini sakince çekti gözlerinden. Gözlüğü olabilecek en sakin hareketlerle göğüs kafesinin üzerinde bulunan ceketin cebine sıkıştırdı. Kapıyı açmak için manevra yaptığı sırada içerinden çıkan kişi ile burun buruna gelmekten son anda kurtuldu.

O kendisini hemen toparlamayı başarırken karşısındaki danışmanı biraz sendeledikten sonra durabilmişti. Şaşkınlığını üzerinden atar atmaz hafif kahkaha ile konuşmaya başladı.

"Şalom aleichem Jacob. Seni fark etmedim üzgünüm."

İbranice selam vererek başladığı cümlesine, İngilizce devam etmek zorunda kalmıştı. Ömer bu beş yıl içerisinde her ne kadar belirli bir İbranice bilgisine sahip olsa da bunu davasını paylaştığı arkadaşları dışında bilen başka kimse yoktu. Bu nedenle gündelik hayatta onunla iletişime geçen herkes İngilizce konuşmak zorunda kalıyordu.

"Şalom, Bay Perlmann. Üzgünüm kapının açılacağını düşünemedim."

Ömer'in bakışlarındaki ufku en çok zorlayan an, işte tam olarak gündelik hayatta yaşamak zorunda kaldığı bu diyaloglardı. Müslümanlardan ve özellikle Filistinli kardeşlerinden adeta tükürerek bahseden bu adamların suratına, daima en ifadesiz yüzünü kullanarak cevap vermek zorunda kalmasıydı. Bu, uğruna zafere gidileceğinden emin olduğu bir dava sebebiyle olmasa, karşısında onun konuşan bu adamın sonu kesinlikle onun ellerinden olurdu.

Benyamin Perlmann... Kipası (inançlı Yahudi erkeklerin taktığı kumaş başlık) başından asla düşmeyen, Mescid-i Aksa'ya Müslümanları rahatsız etmek adına sürekli baskın düzenleyen Yahudi derneklerinden birinin Ortodoks başkanıydı. En pratik derslerin ortasında bile başlığı asla kafasından düşmez, kafasının görünmesini Yahudiliğine yapılabilecek en büyük hakaret olarak görürdü.

ALACA (İslami)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin