Günler ve geceler birbirine dolanıyordu. Günler aktı,geceler kara. Geceler biraz daha soğuktu belki lakin gündüzler de güz mevsiminin sarı hırkasına bürünmüş solgun yapraklar arasında ferahtı esen yelle inceden. Ancak pencereden esen bir güz rüzgarının tenine değişine şahit olabiliyordu Evrim.
Bir buçuk ay geçmişti. İnternetten tanışıp,kısa zamanda her şeyi olan ve onu dünya üzerinde kendisinden bile daha fazla seven adamın evinde,kollarında neredeyse iki ay geçecekti. Bir kaç defa Evrim'in anne ve babası aramıştı,özlemişlerdi. Ancak Evrim arkadaşında kalmayı sürdüreceğini belirtmişti endişeli annesine ve hala kızgınlığını gizleyemeyen babasına.
Geç gelen sevgi,sevgi miydi ? Ya da geç gösterilen ilgi ilgi miydi.
Normalde onunla bir akşam yemeğinde bile göz teması kurmaya gerek duymayan ebeveynlerin şimdiki üstün telaşını anlamlandıramıyordu nihayetinde. Ve kendisi için asla zaman yaratamayan ve çoğu zaman dertlerini dinlemekten itina ile kaçınan arkadaşlarının şimdilerde nerelerde olup olmadığını merak edişini istese de umursayamıyordu.
Dünya ,Oğuz ile güzel bir yerdi. Onun gücünün,hakimiyetinin ve mutlak egemenliğinin altında anne karnında kadar güvende hisseden bir bebek gibi hissediyordu Evrim. Zira kendisi olması yeterliydi Oğuz için. Oğuz onu dinliyordu,Oğuz onu hep seviyordu. Ayağını yere bastırmıyor , bulutlar üzerinde gezmesine izin veriyordu. Daima güzel sözler,hediyeler, iltifatlar...
"Bütün dünyaya zarar verebilirim."demişti Oğuz dün gece yağmur sesi evin geniş camlarını döverken. " Gözümü dahi kırpmam ,hissetirmez bana bir şey bir başkasının canının yanması."
"Ama sana asla kıyamam."
Etkilenmekten geri duramıyordu Evrim. Ekranın ardından sürekli cevap veren o kişinin hatiplik yeteneği çok daha göz alıcıydı üstelik. Elbette tek mesajıyla gününü aydın kılan bunca zamandır Oğuz idi lakin tek sözüyle,bakışıyla ve hatta fısıltısıyla emrinde hazır ol hale getiriyordu Evrim'i. İçten içe mutlu hissediyordu aslında Evrim. Tüm dünyayı karşısına alıp,kim var kim yoksa yok edecek kadar güçlü bir adamın kendisine asla kırıcı olmayacağını bilmenin gururu egosunu ve gururunu oldukça okşuyordu. Diğer herkesin aksine Evrim'in gerçekten güzel ve kıymetli biri olduğunu biliyordu Oğuz ve buna göre davranıyordu pekala. Evrim'i dünyanın en nadide çiçeği olarak seviyordu. Dünyaların en kıymetlisi. Herkesten özel ve güzel olan diyerek kutsuyor ,yüceltiyordu ve pekala arşlandırıyordu...
Buram buram sevildiğini ve sahiplenildiğini hissediyordu Evrim. Çünkü tüm dünyaya zarar verebilecek kadar mutlak ve hakim olan o adamın kendisine kıyamayacağını bilmenin vermiş olduğu sonsuz bağlılık ve güvenle başı daha da dik oluyordu. Her an her saniye Oğuz'a ve Oğuz'a dair her şeye daha da sıkıca bağlandığını hissediyordu. Bir geminin halatı gibi. Limanını bulmuş kayıp bir dalga gibiydi ve okyanusta savrulmak yerine kendine ait olan kara parçasına derince bir tutku ile bağlanmıştı artık.
Böyle bir aşk ancak kitaplarda ve filmlerde olur diyenlerin ne kadar yanıldığını biliyordu. Onlar demek ki Oğuz kadar güçlü bir erkeği sevmemişti,yanlış insanları sevmişlerdi. Ya da Evrim gibi her güzel şeyi hak eden bir yüreğe değil de kara bir yüreğe sahiplerdi.
Zira Evrim ne dese oluyordu Oğuz tarafından.
Lakin bir delikanlıydı elbette Evrim. Arkadaşları ile geçirdiği zamanı özlüyordu ya da akşam üstlerinde tek başına sahilde geçirdiği zamanları. Denize taş atarak sektirmenin tadını ya da dalgaların uğultulu sesini. Bazen özlüyordu fırından yeni çıkmış simidin tadını alarak travmaya gidiyor olmanın acelesini ya da arka sırada hocanın tatlı ve monoton sesiyle derste uyuyakalmayı. Kanı kaynıyordu ve haftalarını bir evde geçirerek öldürmek canını yakıyordu.
Sabah kalkıyordu. Biraz telefonuyla oynuyordu, biraz da kendisine hediye edilen oyunlarla. Bazen kendine patates kızartıyordu lakin Oğuz sevmiyordu kızartma yemesini. İleride sağlıksız olursun diyordu ya da bedenine zarar diyordu. Bu nedenle hiç sevmese de yulaf ve süt yiyordu suratı ekşirken Evrim. Çünkü surat ekşitmeden yiyemiyordu sevmediği bu tatsız yiyeceği. Tatlandırmayı denese de meyvelerle ve çikolata ile yine de tek şaık aldıktan sonra tiksintiyle bırakmıştı hep süslü yulaf kaselerini.
Çünkü iğrenç ve yağlı patates kızartması lezzetinde ve çıtırında değildi. Daha ziyadesiyle bir at yavrusu yiyeceğiydi !
Bastona tutunarak bahçedeki arazide gezinen yaşlı kadına bakındı korkuyla. Güneş görmemiş derece beyaz teni, yaşlılıktan sebepli yüzüne leke leke düşen karaciğer lekeleri, kıvırcık bembeyaz pamuk şekere benzer saçları ve üzerinde uzun bir montla bastonla zar zor dikelerek bahçeyi turluyordu. Huzurlu ve sessiz bir yüzü vardı aslında bakılırsa ama Oğuz onun dengesiz ve hafıza kaybı yaşayan biri olduğundan bahsetmişti. Zaten bu sitede başka kimse yoktu müstakil evlerde. Herkes burayı yazlık olarak kullanıyordu bu yaşlı kadın ve ona bakmaya gelen genç bir hasta bakıcı kız haricinde.
Merakla perdenin arkasından kadına baktı ve onun arkasından gülümseyerek ilerleyen bakıcı kıza.
Korkuyla yerine dikeldi.
Lakin yaşlı kadınla göz ucuyla birbirlerini buldu gözleri. Kadına ait olan yeşiller, kendine ait olan fırtına grisi gözlerin maviliğine değip geçerken seslice yutkundu ve koşar adımlarla geri çekildi Evrim.
Her zaman olduğu gibi öğleden sonrayı sosyal medyada arkadaşları ile konuşmak ve beraber oyun oynamak ile geçirdi. Akşama doğru babasıyla biraz konuşsa da her sohbetleri gibi bu da bir kaç dakika sürmüştü.
Ve araba sesiyle koşarak ilerledi üzerine kilitlenen kapıya.Gelmişti !
Holdeki aynaya bakıp üzerine çekidüzen verdi. Yeni alınan kıyafetler epeyce zevkliydi. Kendi aldığı bol ve salaş aptal kazakların aksine Oğuz her zamanki gibi her şeyin en iyisini bildiğini kanıtlayan muhteşem parçalar almıştı. Eh, bol kazakların rahatlığı olmasa da kesinlikle daha iyi görünüyordu göze. Ve kesinlikle Oğuz onu bu halde daha çok beğeniyordu.
"Hoşgeldin!"dedi Evrim hala bastıramadığı heyecanlı sesle.
"Evrim."dedi Oğuz tersçe.
"E-Efendim?"
"Sen perdeye mi yaklaştın?"dedi Oğuz tersçe yeşillerini dikip oğlanı süzerken.
"H-Hayır..."dedi Evrim panikle kafasını iki yana olumsuz anlamda sallarken.
"Yalancı..."dedi Oğuz sinirle onu omzundan ittirip perdeye ilerlerken.
Evrim bilmiyordu.
Lakin perdelerin tokaları duvara işaretlenmişti. Oğuz evden çıkmadan önce sürekli ,Evrim uyumadan evvel santimine kadar ölçüp bakıyordu duvardaki hizaya ve perde tokalarına.
Bugün biraz savruktu.Çok değil,bir kaç santimlik bir açıklıktı. Ama Oğuz ve dikkatli gözleri asla kaçırmazdı bu kadar önemli bir detayı.
"Bana...Yalan mı söylemeye başladın şimdi ?"dedi Oğuz sarı saçlarını sinirle çekiştirip oğlanın üzerine yürürken.
"Sadece hava almak için açmıştım!"dedi Evrim burukça iç geçirip.
"Mutfak penceresi yetmiyor muydu ?"dedi Oğuz gözlerini dikip hala sinirle oğlanı süzerken.
"B-Ben.."dedi Evrim.
"Sen beni kızdırıyorsun."diye fısıldadı Oğuz olumsuz anlamda başını sallarken.
"Bunun bir bedeli olmalı değil mi ?"
*********************************
Hikâyenin esas oğlanı Oğuz değil,değil,değil,değil,değil....
D e ğ i l.
Önemli bir not olsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nadide
RomanceEvrim aşk sandığı bir yabancının ellerinde tutsak edildiğinde henüz ufacıktı. Mevsimler gözleri önünde kaybolup giderken değişen tek şey takvim yaprakları değil,sevginin ne anlama geldiği hususundaki algılarıydı. Ve gerçek aşk onu en ihtiyaç duyduğu...