Sarı Kurdeleler

2.8K 304 81
                                    

Yaklaşıp yakından bakınca gördüm

Yatan benim küçüklüğüm ve ben büyüdüm

---

Lal değildi. Dili vardı.Yok da sayılmazdı,bir ismi ve cismi vardı. Bedeni oracıkta duruyordu. Vardı,beş duyu organıyla kavranılabilecek kadar da oradaydı üstelik.

Lakin görünmezdi yine.Yemek yememişti,görünmezdi. Gereğinden fazlaca uyur tüm günü uykuya harcatırdı,görünmezdi. Evin içerisinde belki de günlerce gecelerce uyumadan otururdu,fark edilmezdi. Görünmezdi.Evrim, görmezden gelinmeye o denli alışmıştı ki aslında artık şaşırmıyordu. Ne sesini duyurabileceğine inanıyordu ne de birinin onu görebileceğine.

Ellerinde taze papatyalarla birlikte hastane odasına gitmişti,doğum temposuna hazırlanan annesini tazecik güzel kokulu papatyalarla mutlu etmek istemişti. Ve babasına da müjdeli haberi vermek istiyordu.

Zira artık kursağından lokmalar geçiyordu,uykusu Yiğit'in gözleri kapanınca geliyor,Yiğit'in gözleri açılınca gün gibi doğuyordu. Evrim biraz kilo dahi almıştı.Üstelik bu aldığı kilolar için kendini aç bırakarak cezalandırmamıştı. Gözleri kan çanağına dönene kadar ağzına diş fırçası sokup yediği her şeyi kusmamış,midesi ağrı yapmasın diye boşluk dolsun diye pamuklar tıkıştırmamıştı bir bardak suyla birlikte.Aldığı kiloları bile sevmişti,Yiğit'in ellerine dolabildiği için. Sarılınca kemikleri batmadığı için sevmişti. En çok da onun özenerek tabakları süslemesine,sadece ilgisini çekebilmek için türlü oyunlarla tabak süslemeye çalışmasına bile müteşşekirdi.

Anne ve babası "Oğlum."diye kocaman sardıkları bu oğlan tam ağzını açmak üzereyken yeniden bir çetin savaşa girişmişti.

"Bambu beşik." mi daha sağlıklıydı yoksa "Portatif beşikler mi?"Cibinlik şart mıydı bebeğe? Yenidoğan giysileri şimdiden ütülenmeye başlamalı mıydı misal ? Çantada eksik olacaktı. Bebekler için oda yoktu.

Evrim artık eve dönmeyecekti yeni bir ev arkadaşı vardı ve o artık bir özgür bir gençti.Kardeşlerinin bebek odası Evrim'in odası olabilirdi."Hayır."demişti babası. Devamında Evrim dinlemek istemişti şu kelimeleri "Oğlum belki canı isterse bize kalmaya gelir,odasını bozmayalım."

"Senin çalışma odanı bebek odası yapalım,zaten bebekler doğunca yine uzun seneler çalışmayacaksın."diye devam etmişti babası Evrim'in beklediğinin aksine.

Evrim fırtına grisi renkte gözleri dolarken ağzında cam kırıkları varmış gibi kelimeleri çıkarmaya çalışmıştı. "Üniversite...güzel sanatlar...resim.."

Üç anahtar kelimede dilindeydi lakin bir kelam edebilecek gücü bulamıyordu ki kendine. Anne ve babası bakıcılar üzerine tartışmaya başladığında kucağında çiçeklerle kalakalmıştı Evrim. Boynu bükük,omuzlarında ise karabasan misali çöken ağırlıklar nefesi kesilirken duraksamıştı.

Kızıyordu kendisine.Hayatını kendi elleriyle mahvetmişti o gece Yiğit'in ellerinde oradan çıkamasa.

Hiç tanımadığı bir yabancının telefonun arkasındaki samimiyetine acizce tutunacak kadar yalnızdı Evrim. Öyle ki Oğuz'a sen kim oluyorsun da benimle ilgili her detayı böyle hesap sorar gibi istiyorsun diyememişti. Kızıyordu kendisine Evrim. Belki de bu hallere gelmesinin sebebi anne ve babasına sesini duyuramamaktı. Hatta içten içe başına gelen her şeyde Evrim kendini sorguluyor ve kızıyordu kendisine. Eğer anne ve babasına yeterince kendini açabilmiş olsa kendisinden kat kat büyük bir adamın sevgisine muhtaç kalmazdı ki. 

Telefonun öbür ucunda yüzünü dahi görmediği bir yabancının aşkına inanıp tenha bir yerde olan evine de gitmezdi,kısıtlamayı ve kanatlarının kesilmesini sevda da zannetmezdi.

NadideHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin