VII

586 48 20
                                    

Of ben yaklaşık bir yıldır falan gökkusagı yazmıyorum ve o kadar yazma yetimi kaybetmişim ki anlatamam. Simdi tekrardan bi yazmaya basladım nasıl olacak bilmiyorum ama💓

Takip ettiğim patika yol, sonunda kalabalık seslerine ulaştığında yorgunlukla derin bir nefes verdim. Anonimle konuştuktan sonra sıkılıp bahsettiği yere gitmeye karar vermiştim ama ormanın içine girdiğimden çıkmak biraz zor olmuştu. Bir saate yakın telefondan açtığım pusulayla hangi yoldan gitmem gerektiğine bakıyordum.

Elimi ağaca yaslayıp renkli kalabalığa baktım. Saat üçe geliyordu ve herkes dışarıdaydı. Yine de şu an geldiğim yerin, evin önündeki sahil kadar kalabalık olmadığı apaçık bir gerçekti. Daha sakin ve huzur vericiydi. Arabam olsaydı her gün boş boş yürümek yerine direkt buraya gelir etrafı izlerdim. Kendi ayaklarımın üzerinde duracağım diye yorgunluktan ayaklarımı koparıyordum.

Kısa saçlarıma ucu ucuna bağlı tokayı çözüp tek hareketle bileğime taktım. Omzumdan akan ve neredeyse düşecek gibi duran hırkayı çıkarıp belime bağlarken güzel durduğunu düşündüğüm bir kafeye soğuk içecek almak için girdim.

Kahverengi ve mavi... Birbirine bu kadar yakışmayan iki renk nasıl düz bir kafeyi böylesine hoş gösterebiliyordu? Ki ben kahverengiden yaklaşık iki haftadır nefret ediyordum. Bana delicesine otu boku kahverengi olan Naz'ı hatırlatıyordu. Bir insan kahverengine bu kadar takıntılı olmamalıydı.

Elimi saçlarıma atıp havalandırarak kasaya gittim. Gözüm birkaç saniyeliğine ne içeceğimi seçmek için kadının arkasındaki ahşap menüde oyalandı. Tam karar vermiştim ki başka bir ses benden önce davrandı.

"Deniz Dalgası, lütfen."

Ensemde hissettiğim -havadan bile sıcak olan- nefes ve aynı anda parmaklarının arasında tuttuğu yüzlüğü önüme uzatan yapılı bir kol, isteyeceğim limonatayı bir köşeye atıp siparişini verdi.

"Buradan alın onun siparişini."

Kaşlarım anında çatılırken onunla kavga etmek ve yerime sipariş ettiği her-ne-boksa içeceği kafasından aşağı dökmek istedim. Ama bunun için fazlasıyla yorgundum. O yüzden dudaklarımı zorlayarak gülümsedim ve dirseğimi bilerek karnına geçirip ona döndüm.

"N'aber güzellik?" dedi kasılmış yüzüyle.

"Seni görmeden gayet iyiydim."

Aptal bir çocuk gibi kıkırdayarak beni bileğimden tuttu ve siparişini alacağımız yere kadar çekiştirdi. "Öyle demesene, dün eğleniyorduk."

Bileğimi ondan kurtardım ve sinirle soğuduğunu umduğum terli sırtımı taş duvara yasladım. Emre hala karşımda pişkin pişkin sırıtıyordu. Of! Bugün dilediğim tek şey Emre'den uzak durabilmekti. Gerçekten yarım yamalak olan inancım sınanıyordu ve bir kez daha istemediğim halde Emre'yle karşılaşırsam ateist olacaktım. Çok az kalmıştı.

Yine mavi olan içeceğimi benim yerime alıp tepki göstermeme bile izin vermeden koluma girdi. Onun tarafından bir masaya sürüklenirken neden çekip gitmediğimi sorguluyor, asla kesin bir cevaba ulaşamıyordum.

"Bakın kimi buldum!"

Masadaki üç renkli göz konuşmalarını kesip bana odaklandıklarında memnuniyetsizliğimin yüzümden okunduğuna emindim. Yine de buna rağmen Selim gülümseyerek ayağa kalktı ve benim için bir sandalye daha çekti. Nazik miydi acaba? Değildi bence ya.

"Kaçan kedimizi bulduk demek ki."

Emre'ye kıyamadığım kadar sert bir dirseği beline yediğinde acıyla inlemesine rağmen kahkaha attı.

"Sinirlendin mi kedicik?"

Bu ses başka birine aitti. Tam karşımda oturan sarışın birine.

"Kiss."

"Kedicik?" dedim dakikalardır konuşmamanın verdiği gerginlikle. Bu ciddi halim sırıtan iki yetişkin çocuğu da susturdu.

Aslında neden Selin'e karşı böyle bir tavır aldığımı hiç bilmiyordum. Sadece sinirliydim. Belki de herkese ama sebepsizce Selin'e daha fazla. Dün gece bana -kesinlikle mükemmel- bir öpücük verdiğinden kaynaklı olmamasını umuyordum. Hem ne alakaydı amına koyayım?! Sadece oyun yüzünden öpüşmüştük, zaten onun dışında kızla başka bir münasebetim de olmamıştı. Güzel öpüştüğü ve benim aklımı biraz başımdan aldığı için ona kızamazdım.

Benim sinirli cevabıma birkaç saniye afallasa da ışıl ışıl parlayan dudakları inceldi ve kıvrıldı.

Kahrolası sıcakta yaptığı lanet makyajı nasıl o sikik yüzünü böyle güzel gösterebilirdi?

Makyaj güzeli, dedim içimden. Hiçbir gerçek vasfı yok. Tamamen sahte ve sahte olan şeyleri güzel olduğu için de aslında güzel değil.

Benim için çekilen sandalyeye oturdum. Ne bekliyordum bilmiyorum ama benden önce konuştukları konu kesildiği yerden, sanki ben orada yokmuşum gibi devam etti.

Pekala evet, onlardan hoşlanmıyordum. Yine de beni ani bir aksiyonla masalarına oturtmaları, sonrada yok saymaları hoş değildi. Dahil olabileceğim bir konu ararken tuzlu soğuk tadı damağımda hissetmem beni refleksle Emre'ye döndürdü.

"Ne bu?" dedim merakla. "Güzelmiş."

Selim sustu, Emre de bana dönüp açıklamaya başldı. "Viski ve likörle yapılan bi kokteyl. Alkol oranı düşük. Acayip bir şey değil mi?"

Ona başımı sallayıp içeceğime odaklandım. Damağımda aldığım hazdan başka hiçbir şey beni bu kadar hızlı sakinleştiremezdi muhtemelen.

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?!"

Selin'in sessizliğini bozup Selim'e kızmasıyla girdiğim transtan çıktım. Bu kızın sesi bile dikkatimi çekiyordu.

"Abartma kızım ya, altı üstü gerçeği söyledim." dedi Selim alayla. O kadar aptal gülümsüyordu ki Selin böylesine kızmış olmasa gerçekten boş bir şeyden bahsetiyor sanardım.

"Beynini ufacık kullanan biri bile bunu anlar. Başka neyden olacak?" diyerek gülmeye devam etti Selim. Sonra Oğuz'a döndü.

"Sence de öyle değil mi?"

Oğuz hiçbir şey söylemedi. Kaşlarını çatmıştı ve kısık gözleriyle sadece Selim'i izliyordu.

Lanet kafam şu anda ne konuşulduğunu asla anlayamıyordu.

"Beynine sıçarım senin!" dedi Selin ve kalkıp gitti.

Öylece bakakaldım.

Gökkuşağı | yarı textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin