3. BÖLÜM

628 13 5
                                    

Ayağına Uçurtma Bağlanan Kızın Uçmamak İçin Verdiği Çaba

Küçük bir odada yaşıyordum. Gri duvarların tam ortasında bir yatak, üzerinde birbirinden alakasız yastık ve çarşaf takımı -tıpkı ruhum gibi karmakarışık-, gri duvarın bir köşesinde parlak ışıklarıyla göze çarpan bir Kore manzarası ve size söylemeyi unuttuğum bir şey daha var:

Şapka koleksiyonum.

Saçlarım gitmeden önce de şapka takmayı seviyordum ama artık her gün şapka takarak dışarı çıkıyorum. İnsanların bir hastalık geçirdiğimi düşünüp söyledikleri ani cümlelerini kaldıramıyordum artık. Ve bir şapkanın gölgesine sığınmayı tercih ediyordum. Şapkayı giymiyor, onun içine saklanıyordum. Sanki onun altında beni kimse göremezmiş gibi hissediyordum.

Dolabımı açtığımda dev şapka yığınının arasından bulduğum beyaz tişört, siyah dar pantolon ve kafama da siyah bucket şapka taktım. Dikkat çekmemek ve kimsenin beni fark etmemesi için oldukça sade giyiniyordum. Aslında rengarenk giyinmek istiyordum. İçimdeki renkleri, neşeyi, huzuru herkes görsün istiyordum. Ama onların görmeyi istediği tek şey olmayan saçlarımdı. Ben de bu yüzden siyah ve beyaz büyüsüne gizlenerek yaşamaya başladım.

Kollarımı uzattım ve ince bileklerime baktım. Tedaviden sonra biraz da olsa kilo almış ve kendimi toparlamayı başarabilmiştim. Bakışlarımı kıpırdattığım ayak parmaklarıma çevirdim. Yüksekten öyle ufak ve çaresiz görünüyorlardı ki. Ama beni ayakta tutacak kadar da güçlüydüler. İşte bu yüzden onları rengârenk çorapların içine saklayarak benden umutlarını kesmemelerini sağlıyorum. Dolabın alt kısmındaki içi rengârenk çoraplarla dolu çekmeceyi açarak gözümü kapatıp aralarından birini seçtim. Sarı üzerine mavi gözlerin dağıtıldığı bir çorap çıkmıştı şansıma.

"Günün rengi sarı," dedim çorapları ayaklarıma geçirirken. Kendi sesimi duymak inancımı artırıyordu. Renkli günlerin geleceğine ve hayallerime dair olan her şeye olan inancımı. Çoraplarımı görünmeyecek şekilde pantolonun paçasının altına sakladım. İnsanların beni sadece siyah ve beyaz görmelerini ya da dahası simsiyah görmelerini tercih ederdim. Kimseyle içimde sakladığım renkleri paylaşmak için hevesim kalmamıştı artık. Onlar sadece şapkamın altındaki olmayan saçlarımla ilgileniyorlardı. Yaşadıklarımı kimse düşünmüyordu. Hiçbiri yaşadıklarımı yaşamadan ne hissettiğimi anlayamayacaktı.

Ben ise düşündükçe o günlerden kurtulamadığımı fark ettiğim gün kendime geldim. Sonsuz düşüncelere daldığım bataklıktan kurtuldum. O günden beridir de sadece geleceği düşünerek hayallerimde yaşıyorum. Dibe batmamak için. Tekrar hasta olacağımı düşünüp her gün ölebileceğime inanmamak için.

Kafama avuç içimle vurarak düşüncelerden sıyrılmaya çalıştım. Her gün aynı görünsem bile yine de kendime bakmak istiyordum. Kendimi başkalarının beni gördüğü gibi görmüyordum. Odamdaki kapının arkasında duran küçük aynanın karşısına geçtim. Küçük bir kız çocuğu vardı karşımda. Yanında kim olursa olsun içinde bir parça boşluk kalacak olan küçük bir kız. O boşluğu rüyalarıyla doldurmaya çalışan ama bir türlü o buzlu camı aşamayan o küçük kızla bakışıyordum. Yüzündeki gülümseme başına ne geleceğini bilirse bilsin yine de onu terk etmiyordu. Büyüyecekti. Hastalanacaktı. Yaşamının hangi gün sona ereceğini bilmeden tek başına bir odada aylarca yatacaktı ama yine de gülümseyecekti. Babası için. Mert için. Hayat için. Ve en önemlisi de kendi yaşamına veda etmemek için gülümseyerek savaşacaktı.

Bana doğru el sallayarak arkasını dönen küçük kıza baktım. Her adımım onun daha da yok olmasına neden oluyordu. Birkaç adım attım ve küçücük bir noktaya dönüşene kadar bekledim. En sonunda şapkalı bir kızla karşılaşana kadar... Mavi gözlerimle buluşana kadar ilerledim.

KORE'DEKİ AYAK İZLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin