Bazı Geceler Görmek İstediğim,
Diğer Geceler Sonunu Öğrenmek İstediğim Rüya
Bilinmezliğin ne olduğunu sorsalar tam da burası diye cevap verirdim. Kendimi bilinmezliğin ortasında bulalı saniyeler geçmesine rağmen etrafta hiçbir şey göremiyordum. Sadece üzerinde bulunduğum beyaz mermer bir yol vardı. Ben ve sisin kaplayarak içine sakladıkları hariç. Aslında nerede olduğumu hem biliyor hem de bilmiyordum. Sanırım tam da araf dedikleri noktadaydım.
Soğuk yavaş yavaş etrafımı sararken, nefesimdeki buharı gördüğüm an endişelendim. Kollarımı göğsümde kavuşturdum ve gözlerimi kısarak etrafta bir şeyler görmeye çalıştım ama başaramadım. Sanki beyaz bir buharın hükmettiği ve herkesin unuttuğu bir yerdeydim. Olduğum yerde hareketsizce bekledim ve hiçbir ses çıkarmadan etrafı dinledim. Hiçbir ses yoktu. Sanki kulaklarım sağır olmuştu. Bir şeyler duyamamak oldukça kötü hissettiriyordu. Sağ ayağımı mermer zemine vurdum ve bekledim. Duyamıyordum. Bir daha, bir daha ve bir daha vurdum. Mermeri kırmak istercesine üzerinde tepinirken duyduğum tek şey sessizliğin ta kendisiydi.
Sessizlik kafamın içini işgal etmek istercesine kulaklarıma saldırıyordu. Ellerimle kulaklarımı kapattım ve dizlerimin üzerine çöktüm. Önümdeki sis yüzünden hiçbir şey görmüyor ve sebebini bilmediğim bir şey yüzünden duyamıyordum. Gözlerim yanmaya başlamış, kulaklarım sonsuzluğun içinde çınlarken; iki elimin arasında gittikçe sıkışan başımdaki ağrı şiddetlenmeye başlamıştı.
Aniden kafamı kaldırdım ve heyecanlandım. Bir ses duyuyordum. İnce bir ses. Siren sesi gibi bir şeydi. Ellerimi kulaklarımdan çektiğim an ses hafifledi. Kulaklarımı tekrar kapattığımda ise sesin gittikçe çoğaldığını fark ettim. Biraz durdum ve onca ses ve aslında sessizliğin arasında düşünmeye çalıştım. Kafamın içindeki sesin bir çınlama olduğunu biliyordum fakat kendimi buna inandıramıyordum.
Yapabildiğim tek şey hiçbir şey yapamayışımdı.
Daha fazla dayanamıyordum. Ne kafamın içindeki çınlamaya, ne sessizliğin acı verici sağırlığına, ne de güçsüz kaldığım tek ana ikna oluşuma.
"Yeter."
Kendi sesimi duyduğum an kulaklarımı ve gözlerimi araladım. Yakıcı sis biraz da olsa aralanmış ve biraz daha önümü görebilmemi sağlamıştı. Acıyan dizlerime aldırmadan yavaşça ayağa kalktım. Buradan kurtulmanın bir yolunu aramam gerekiyordu. Ama aynı zamanda burda bir şeyler bulmam gerekiyormuş gibi de hissediyordum. Kafa karışıklığımın arasında yavaşça bir adım attım. Adımımla birlikte sis yavaşça aralandı.
Şaşırdım.
Şaşkınlık ilk kez güçlü hissettirdi.
Sis sadece yoğun bir kalabalıktan ibaretti. Ben tüm hayatım boyunca kalabalıkları yararak yürümüş ve hayatta kalmayı başarabilmiştim. Yine en doğru bildiğim şeyi yapmalıydım. Sırtımı dikleştirdim ve kendi kendime fısıldadım:
"Sadece bir adımın onu korkutmaya yetti. Bir adım daha seni bu yolun sonuna ulaştırabilir. Yolunun ne kadar kaldığını görememek, yolun sonuna bir adım kalmadığı anlamına gelmez."
Tüm cesaretimi toplayarak adımlarımı sıklaştırdım. Her adımımda korkarak benden uzaklaşan beyaz dumanı yararak geçerken hâlâ etrafta tek bir şey bile olmaması gittikçe ürkmeme neden oluyordu. Gözlerim görebileceği bir şeyler ararken derin bir nefes aldım. Soğuk hava ciğerimi yakarken aniden üşümeye başladığımı fark ettim. Burada her şey bir anda oluyordu. Korku dolu düşünceler kafamın içinde küçük bir hayalet gibi dolanıyordu. Eğer burada sonsuza kadar yaşamak zorunda kalırsam düşüncesinin zihnimi ele geçirmesine izin vermeden nefesimin sesine odaklandım ve sakinleşmeye çalıştım.
Üşüyordum ama üşüdüğümü unutmaya çalışıyordum. Nereye gittiğimi bilmeden attığım her adımda kendimi sorguluyordum.
Ben nerdeydim?
Tanrı'nın yarattığı ama unuttuğu bir yerdeydim.
Adımlarım benden bağımsız ilerlerken, bir anda buzlu bir cama çarptım. Küçük bir çığlık atarak alnımı tutarken sesimin kulağıma geri dönmediğini fark ettim. Yankı yapmıyordu. Tekrar duyamaz olmuştum. Burası her neresiyse buradan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım. Önümde duran buzlu camın arkasında bir gölge gördüm. Kıpırdamadan öylece bekliyordu.
"Yardım edin!" diye bağırdım. Bir yandan da camı yumrukluyordum. Bir türlü kırılmayan cama ellerimdeki acıyı umursamadan vuruyordum. Camın arkasındaki her kimse sesini çıkarmadan beni izliyordu. Ellerimin acısı gözyaşlarımı tetiklerken kendimi tutamadım ve dizlerimin üzerine düşerek ağlamaya başladım.
Bu sefer dizlerimin acısına gözyaşlarım eşlik ediyordu.
"N'olur yardım edin," dedim, hıçkırıklarımın arasında. "Burada olmak istemiyorum. Evime gitmek istiyorum."
"Jülide," dedi, buzlu camın arkasındaki ses. "Kızım."
İnanamayarak kafamı kaldırdığımda bir kadın siluetinin dizlerinin üzerine çökerek buzlu camın ardından beni izlediğini gördüm. Sanki gözlerimin içine bakıyordu ama ben onu göremiyordum.
Yoksa?
"Anne?" dedim, sesim içime kaçarken.
"Anneee!" diye bağırdım. Tekrar camı yumruklamaya başladım. Ona ulaşmalıydım. Bir kere de olsa onu görmeliydim. Bunun tek yolu aramızdaki camın kırılmasıydı. Bir anda koca bir boşluğa düştüm ve bitmek bilmeyen boşlukta süzüldüm. Gözyaşlarım havada asılı kalırken, son bir ümit elim havada bekledim.
Belki annem tutar diye...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KORE'DEKİ AYAK İZLERİ
RomanceEğer aşkın mucizesine inanıyorsanız bu kitabı okumanızı isterim.