Hayalimin Kıyısında Bekleyen Tekneye Bağladım Uçurtmayı
Güneş ışığı odama sızmaya çalışırken aydınlığa dayanamayıp gözlerimi açtım. Dün gece hayatımın dönüm noktası sayılabilirdi. Artık gitmek için önümüzde bir engel yoktu. Babam hariç. Ama onu da ikna edebileceğimi biliyordum.
Yorgun hissediyordum. Yaşadığım onca şeyden sonra bu sabah rahatlamam gerekirdi ama yine yorgundum. Gerginlik omuzlarıma oturmuş, üzerimden hiç kalkmayı düşünmüyor gibiydi. Stres başıma taç olmuş tüm hayatımı yönetiyordu sanki. İkisinden kurtulmam için önce yaşadıklarımı unutmalıydım. Ya da yaşayabileceklerimden korkmamayı öğrenmeliydim. Şu anlık ikisini de yapacak güçte değildim. Sadece Kore'ye gidip göreceğim yerleri düşünerek sabırsızlanabilecek kadar güçlüydüm. Tanışacağım insanları gözümün önünde hayal edebilecek kadar. Tam on iki günüm vardı orada yaşayacak. Belki de hayatımın geri kalanında yaşayamayacağım anları orada yaşayacaktım. İşte bu yüzden şu an yataktan kalkmalı ve okulun son günü için hazırlanarak daha sonra Kore'de neler yapabileceğimi düşünmek için odama kapanma fırsatı bulabilirdim.
Zıplayarak yataktan kalktım. Kendimi yataktan da fırlatmış olabilirim. Keşke ruhum o an bedenimden ayrılıp halimi görüp gülebilseydi. En azından onu azıcık da olsa güldürmüş olabilirdim.
Kahvaltı hazırlamalı, okul için hazırlanmalı ve dış dünyayla mücadeleye hazır olmalıydım.
Odamın kapısına doğru ilerledim. Tam önünde durdum. Elimi saçlarıma götürdüm. Yeni çıkmaya başlayan saç uçları elime batınca mutlu oldum. Uzamaları için sadece on iki santimetre yeterli olacaktı ve bu da dört aydan kısa bir sürede gerçekleşecek demekti. Parmaklarıma baktım. Dört sayısı bir elimdeki parmaklardan daha azdı. Avucumu sıkıp, dudağımı ısırarak odadan çıktım.
Sabahları görmeye alışkın olduğum bir yüz beni karşılarken onu görmezden gelmeye çalıştım.
"Günaydın, kraliçemiz. Ben de kahvaltınızı odanıza getiriyordum," dese de ona aldırmadan yanında geçtim. Tabii ki arkamdan gelerek beni rahat bırakmayacağını biliyordum. Banyoya kadar kulaklarımı kapatarak yürüdüm. Aradan Mert'in bölünerek çoğalan seslerini duyuyordum.
"Beni duymayı... Demek öyle... Olsun bakalım... Kraliç..."
Kulaklarımı açtığım anda banyonun kapısını Mert'in suratına kapattım.
"Benden kurtulabileceğini mi sanıyorsun?" diye bağırdı kapının arkasından.
"İki gün sonra kurtuluyorum bile," dedim, aynanın karşısına geçip.
"Ne yani? Gidiyor musun?"
"Evet. Uçak biletlerini aldık. Kore'ye gidiyorum," dedim, aynadaki görüntüme gülümseyerek.
"Ben geliyor muyum peki?"
"Tabii ki geliyorsun. Senin için boş bir valiz hazırladım. İçine girebileceğin kadar büyük. Ve seni onunla Kore'ye kaçıracağım. Hazır mısın?"
Anlattıklarımı ağzı açık dinleyen Mert gerçekten de söylediklerime inanmış gibi görünüyordu.
"Şaka yapıyorsun."
Bir anda yüzümdeki gülen ifadenin yerini ciddiyete bıraktım ve gözlerimi Mert'in gözlerine kenetledim.
"Bunun gerçek olabileceğine inandın mı?" diyerek banyonun kapısını yüzüne kapattım.
İçimden Mert'e yaptığımın acımasızca olup olmadığını düşündüm bir an. Sonra her sabah beni rahatsız ettiğini ve gelecek tüm sabahlar yine rahatsız edeceği ihtimalini düşünerek kendimi rahatlattım. Aynanın karşısına geçtim ve kendime baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KORE'DEKİ AYAK İZLERİ
RomanceEğer aşkın mucizesine inanıyorsanız bu kitabı okumanızı isterim.