2. BÖLÜM

1.4K 42 18
                                    

Ayağına Uçurtma Bağlanan Kafası Çimden Kız


Korkudan sıçrayarak uyandığım yatağımda son ses çalan telefonumu elime aldım ve ekranda yazan isime baktım.

Hayat.

En yakın arkadaşım, yine hiç düşünmeden aklına ilk geleni söylemek için saatin kaç olduğuna bile bakmadan beni arıyordu. Ona kızamıyordum. Ona hiçbir zaman kızmayı da düşünmüyordum. Çünkü onun kalbinin kötülük tanelerinden arındığına emindim ve onu kaybedemezdim.

Kaybetmek ve Hayat kelimelerini aynı cümlede kullanmak dahi istemiyordum.

Uykulu gözlerimi araladım. Yumruk yaptığım ellerimle gözlerimi ovaladım. Bu işleri daha da zorlaştırarak gözlerimin önüne geçici siyah bir perde inmesine sebep olmuştu. Karanlık bana az önceki rüyamı hatırlatırken önce korksam da sonra rüyanın içindeki şefkatle ısındım. Annemi düşündüm. Buğulu camın arkasındaki yüzünü. Ve gözümdeki perde gittikçe aydınlanırken kaybolan, göremediğim yüzünü. Gözümdeki karanlık perde aralandığında biraz daha bekletirsem kapanacağını anladığım üzerindeki yeşil tuşa dokunup telefonu kulağıma götürdüm.

"Jüliiiiii!"

Hayat, yine Kore kültürü hakkında yeni bir şeyler öğrenmiş olmalıydı. Yoksa sabah sabah bu enerjili ses tonunun başka bir açıklaması olamazdı. Yani uyandırıldığıma göre sabah olmalıydı. Kendimi buna inandırmaya çalıştım. Odamın penceresinin önünde kalın bir zırh gibi duran siyah perdenin kenarından içeri sızmaya çalışan güneş ışığının mücadelesini kazanmasına az bir zaman kalmış gibi görünüyordu.

Hastalandığımdan beri güneşle aramız günden güne bozulmuştu. Her sabah gözlerime savaş açıp yakmaya çalıştığından beri babama bu perdeyi taktırmıştım. Görmekten hiç hoşlanmadığım kalın siyah perdeler. Her ne kadar sevmesem de hastalık sürecim boyunca oldukça hassaslaşan bedenim her şeyden daha önemliydi.

Her şeyden...

Bunu cümleleri bana söyleyen doktorumdu. Sanırım benimle aynı hastalığı yaşayan tüm hastalarına aynı cümleleri kullanıyor olmalıydı. Her şey dediğinde düşündüğüm ilk şey abim ve babamdı. Abim ve babam da benim hastalığımdan daha mı değersizdi? Doktora göre öyleydi. Ve içimde bir canavar gibi büyümeye çalışan sevimsiz hastalığıma göre de.

Aslında eskiden güneşi severdim. Eskiden bir sürü şeyi severdim. Aynaya baktığımda kendimi, dışarı çıktığımda her şeyi ve eve döndüğümde abim ve babamı. Sevdiğim her şeyden geriye sadece abim ve babam kalmıştı. Belki de tüm sorun yaşadığım şehirle alakalıydı. Buradan gittiğimde bir şeyleri sevebilme ihtimalimi düşündüm ve gülümsedim.

Dırı dırı dım.

Kötüleşmeye başlayan düşüncelerimi yarıda kesen gülümsemem ve telefon sesi sanki bir şeylerin habercisi gibiydi. Yapma diyordu bana. Bunları düşünme.

Arayan yine Hayat'tı. Onca düşüncenin arasında onun aradığını bile unutmuştum. Bazen dünyadan koptuğum nadir anlar olurdu. Her ne kadar pozitif düşünmeye çalışsam ve bu hastalığı yenmek için uğraşsam da bir şekilde kötü düşünceler kafamın içinde canlanmayı başarabiliyordu.

Ama yine de içimdeki küçük umut parçaları onları hemen yenmeme yardım ediyorlardı.

Telefon çalmaya ve kulaklarımı sağır etmek için uğraşmaya devam ederken kötü düşünceleri yarıda bıraktım. Düşünmem gereken başka şeyler vardı.

KORE'DEKİ AYAK İZLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin