Pazar 00.15
Taehyung önde ben arkada ilerlerken yer ayaklarımın altından kayıyormuş gibi hissediyordum. Etrafımdaki herkes hız kesmeden hayatına devam ederken ben olduğum yerde kalmıştım sanki, tek bir anda. İnsanların gürültüsü kulaklarıma ulaşmıyordu bile. Tek duyduğum kalp atışlarımın hızıydı. Dudaklarımın alev alması normal miydi? Bir damla suya muhtaç gibiydim. Bu kadar güzel hissettirmesi adil değildi.
Benim için hiçbir şey adil değildi. Tüm bu olanlar, yaşananlar ve hissedilenler. Kendi halinde yaşamaya çalışan herhangi biriydim sadece. Şimdi kendimi böyle yoğun hislerin ve çekim etkisinin içerisinde bulmam ürkütüyordu. Doğru veya yanlış diye bir şey yoktu. İlk defa gerçekten yaşıyormuşum gibi hissediyordum ve bunun sonunu göremiyordum artık. Yabancı olan hisler bir anda tüm benliğimi kaplamış ve beni düştüğüm yerden kaldırmıştı.
Jimin ve Taehyung. Tüm bunlara sebep olan iki insan. Kabullenemediğim her duygu dönüp dolaşıp karşıma çıkıyor ve gerçekleri yüzüme vuruyordu. İnkar etmenin kime ne faydası vardı ki? Mutlu hissediyordum, mutlu ve huzurlu. Bastığım zemini kaydıran heyecan da onlara aitti, gece uyumadan önce kalbimin tam ortasında hissettiğim tatlı hisler de. Karşı koymak istemiyordum. Bu saatten sonra koyamazdım da zaten. İlk defa bir şeyler yoluna giriyormuş gibiydi. Bunu kendi ellerimle bozmaktan çok korkuyordum.
Kendi hayatımı bile idare etmekte zorlanırken iki kişiyi bu hayata dahil etmek pek de mantıklı bir fikir değildi belki. Duyguların da mantıkla bir işi olduğu söylenemezdi zaten. Peşinden gitmek istiyordum, bu güzel hislerin peşinden gitmek istiyordum. Hayatımı bir çıkmaza sokmuşken onlarla birlikte düzeltiyormuşum gibi geliyordu. Oturup ağlamak istiyordum. Bir sebebi yoktu, sadece ağlamak istiyordum işte. Yanlarındayken bile daha da yakın olmak istemem her şeyi açığa vuruyordu aslında.
Uyuşuk adımlarım gideceği yönü şaşırırken duraksadım. İşimin başına dönmem gerekiyordu, Taehyung'u takip etmem değil. Duraksadığımı anlamış gibi bakışları bana dönerken kaşlarını çattı. Daha sonra kolunu omuzuma atarken kendisiyle birlikte yürümemi sağladı. "Jimin gelmiş, yanına gidelim."
Bakışlarım bir içerisinde ilerlediğimiz kalabalığa bir de bar tezgahına dönerken sessiz kaldım. Konuşmak istesem de konuşamayacakmış gibiydim. Sarhoş değildim, kafam yerindeydi. Bile bile öpmüştüm onu. Onun omuzlarında bir öpücüğün korkaklığına ağlarken şimdi hiç çekinmeden cesaret edebilmiştim.
"İşe dönmem gerek." diye mırıldandım sessizce. Etrafımızdaki yüksek sesli müziğe ve gürültüye rağmen duymuştu beni.
"Sen patrondan torpillisin." diyerek güldüğünde ben de kendimi tutamayarak gülmüştüm. Arasından geçtiğimiz bedenler yüzünden biraz daha yaklaştım ona ve Jimin'in oturduğu masaya geldik. Jimin etrafına öfkeli bakışlar atarken önündeki limonatayı içiyordu. Keyfi yok gibiydi.
Bizi görür görmez yüzünde küçük bir gülümseme belirdi. Yanına oturduğumuzda suratındaki gülümseme büyürken ben de onunla birlikte gülümsemiştim. Böyle bir etkisi vardı işte.
Bakışları Taehyung'a dönerken gözlerinin dudaklarına kaymasıyla anlık olarak kaşlarını çattı. Yüzündeki bocalamayı fark etmiştim. Bir şey söylemek istercesine dudaklarını aralarken göz göze geldik. Daha sonra gözleri benim yüzümü tararken suratındaki şaşkınlığı görebiliyordum. Suratındaki şaşkınlık bir anda yerini muzip bir ifadeye bırakırken düşündüğü şeyi anlamıştım.
Suratındaki gülümseme sanki çok önemli bir şeyi fark etmiş gibi büyürken heyecanlı çocuklara benziyordu. "Bu anı kaçırdığıma ina-" Konuşmasını bitirmesine izin vermeden hemen ellerimi ağzına kapattım. Kelimeleri boğuk boğuk çıkarken gözlerinin için gülüyordu sanki. "Ya Jimin!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝓛𝔲𝔪𝔦è𝔯e *νḲσσкмιη
Fanfiction"Karanlığın içinde bir ışık parlıyor, artık yalnız değilsin Jungkook." *Tamamlandı. Bu hikayenin yazarı 'lishalish1' olup, hikaye ile ilgili tüm haklar kendisine aittir.