Taehyung'un bakış açısından, Cuma 14.45
Şirketin içinde hızlı ve sert adımlarla yürürken bakışlarım doğrudan önümdeydi. Yapmacık gülümsemelerle uğraşmak istemiyordum. Günlerdir bastırmaya çalıştığım öfke şimdi kendisini gösteriyordu. Bu sefer hedefi belliydi ve hiçbir çekincem yoktu. Yönetim departmanına geldiğimde önümdeki kapıyı görmemle sırıttım. Hiç beklemeden sertçe kapıyı açtım ve içeriye girerek gürültülü bir şekilde kapattım. Çıkardığım gürültüyle birlikte masada oturan adam irkilmiş ve gözlerini doğrudan üzerime dikmişti.
İlerleyerek masanın önündeki koltuğa oturduğumda uzun bacaklarımı ileriye uzatmıştım. Kollarımı masaya yasladığımda alaycı bakışlarımla ona bakıyordum. Bu tavırlarımdan nefret ederdi. Her daim ciddiyete önem verir ve benim de öyle davranmamı isterdi ama onu bir sinir küpü haline getirmek müthiş bir haz veriyordu bana. Dudaklarımdaki sırıtış yerini korurken parmaklarımı masaya vurarak ritmik bir ses çıkartıyordum.
"Nasılsınız Jiwon Bey?" Artık alışmıştı, ona baba demem için yaptığı ısrarların hiçbirinin sonuç vermediğini görebiliyordu. "Keyfiniz pek yerinde değil sanki?" Bakışlarını karanlık bir ifade bürürken bir bacağımı diğerinin üzerine atmıştım. Sakin kalmak için kendimi zorluyordum. İçimdeki zehiri başka yollarla kusacaktım. Sebep olduğu şeyler içimi acıtıyordu.
Aile ilişkilerimiz biraz garipti. Hep disiplinle ve bir gün şirketin başına geçeceğim gerçeğiyle yetiştirilmiştim. Annemle olan ilişkimiz gerçekçi ve samimi olsa da babamla iki yabancıdan öteye gidememiştik. Açıkçası bu bir gram bile umrumda değildi. Hatta işime geliyordu. Yıllarca gözünü bürüyen hırs ve başarı aşkı yüzünden bir robota dönüşmüş ve sevgi denen şeyin varlığını unutmuştu. Zamanla alışmıştım buna.
Annemle olan ilişkimiz bir anne oğul gibi değil de arkadaş gibiydi. Bu hoşuma gitse de insanın omuzunu dayayacağı ve gerçekten güvendiği birinin olmaması eksik hissettiriyordu. Hayat dolu ve enerjik bir kadındı, bu yüzden kendisinden arta kalan vakitlerde sevgisini bana gösteriyordu. Kızmıyordum ona, o da bu şaşalı hayatın içinde ayakta kalmaya çalışıyordu. Tüm bu düzen yüzünden hep insanlara karşı soğuk kalmıştım. Duygularla işim yoktu, kendimi kaybettiğim günler dün gibi aklımdaydı. Şimdiyse o günlerden eser kalmadığı gün gibi ortadaydı. Sevginin içime yaydığı sıcaklık her yerdeydi.
Babam hep kibirli ve üstten bakan bir insan olduğumu söylüyordu. Belki de ona asi çıkmam bu yüzdendi. Gücü ne olursa olsun yapabileceği hiçbir şeyin bana zarar veremeyeceğini biliyordum. Umrumda bile olmazdı. İyi bir okuldan başarıyla mezun olmuştum. Kendime bir iş kurmuştum ve bunda başarılıydım. Bunlar gerçeklerdi, söylemekten çekinmezdim. Ondan en ufak bir destek almamış her şeyi kendi emeklerimle yapmıştım. Bir tek Jimin vardı yanımda, yanımda olması bile bu dünyadaki her şeyden önemliydi benim için.
Bu zamana kadar tüm bunlara da Jimin için katlanmıştım zaten. Jungkook'un hayatımıza ve kalbime girmesiyle adımlarım burayı daha sık bulur olmuştu. Buraya gelmek benim için işkence gibi bir şeydi. Şirkette yapmam gerekenleri yapıyor ve böylece babamı daha iyi takip edebiliyordum. Sırf ilişkimizi anlayıp huzurumuzu bozacak bir şey yapmasın diye her yere yetişmeye çalışıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝓛𝔲𝔪𝔦è𝔯e *νḲσσкмιη
Fanfiction"Karanlığın içinde bir ışık parlıyor, artık yalnız değilsin Jungkook." *Tamamlandı. Bu hikayenin yazarı 'lishalish1' olup, hikaye ile ilgili tüm haklar kendisine aittir.