3.

17 5 3
                                    

Fortuna bu gece bana hiç şans bahşedecek gibi değildi. İşlerin sarpa saracağına dair içimde yoğun bir endişe baş göstermeye başlamıştı. Demir kalbi çalmak demek, hayatından bile bile vazgeçmek demekti. Calem bunu istediğine göre gerçekten önemli bir şey olmalıydı.

Yasak ormanda sessizliğin çıkardığı ahenki karşılayarak yürüyorduk. Kaçmaya çalıştığım an ensemde bitecekti. Ama ben bunu nasıl yapabilirdim ki? Bir tanrıça bile olsan bunu yapmak pek kolay olmazdı. Bir de benim gibi yıllarını bir yerde geçirdiysen... Çok daha zordu.

Calem yanımda düşüncelere dalmış yürüyordu. Yüzü karanlıkta el fenerlerinin yansıttığı ışıkta taş kesilmişti. Ama inceledikçe ne kadar güzel olduğunu fark etmeden duramadım. Öyle keskin öyle hırçın yüz hatları vardı ki. Çenesi en yetenekli heykeltraşların elinde yontulmuş gibiydi.

Daldığımdan bir dala basıp tökezleyince beni tutup "Biraz daha bana baksaydın yüzün şap diye yapışacaktı." diyerek alayla güldü.

"Amma da kendini beğenmişsin!"

"Gözlerinle yedin bitirdin beni?" Öfkeyle bakınca "Ne yalan mı?" dedi.

"Öyle olsaydı takılan ben değil sen olurdun. Hem türlü türlü planlar geçiriyordum senin hakkında aklımdan boşuna heveslenme."Gözlerimi devirdim.

Sırıttı. "Demek aklında benimle ilgili planlar geçiyordu." Kaşlarını indirip kaldırdı.

"İğrençsin." Deyip yanından hızlıca geçtim.

İki üç adım attık, dur demeye kalmadı yakından gelen bir ses duyduk. Calem bana bakıp bir ağacın arkasımı gösterdi, hızlıca oraya geçtik. Geçenleri görünce nefesimi tuttum desem yalan olmazdı.

Dryads'lar gölgelerin arasında dolanıyorlardı. Ağaç ve orman perileri olarakta bilinen bu varlıklar sanılanın aksine oldukça vahşi bir ırktı. Yıllardır masallarda sevimli anlatılan bu canlılar, bölgelerindeki yabancıları vahşice öldürdükten sonra kanlarında banyo yapar, çocuklarının yüzlerine savaş işaretleri çizerlerdi. Bizim bugun buraya gelme sebebimizde bu ırktan Demir Kalbi çalmaktı.

"Bu plan çok kötü bir plan." dedim fısıltıyla. Oralı olmadı. Dürttüm.

Ne, der gibi baktı.

"Calem, bizi canlı canlı yüzecekler."

"Bana ahkam kesmeyi biliyordun mekanda. Yok işte her şeyi ben planladım bilmem ne. İki tane yer cücesi mi korkuttu seni peri kızı."

"Başlarında Physis var muhtemelen. Beni korkutan daha çok o."

"O kolay kolay ortaya çıkmaz. Yıllardır gören bile olmamış." Fısıltıyla konuşuyorduk. Dip dibeydik. Hatta o kadar yakındık ki nefesinin sıcaklığını hissedebiliyordum. Sırtıma değen sert göğsü yavaşça inip kalkıyordu.

O sırada konuşmalar daha da yakınımıza gelmeye başladı. Tam biraz daha gerileyelim derken aniden bir çukurun dibini boyladık.

*

"Rory hadi uyan. Rory." Sarsılmanın şiddetiyle yavaşça gözümü açtım. Calem karşımda endişeli ve dikkatli bir şekilde duruyordu.

"Burası tesadüfen düşeceğimiz bir yer değil." dedi gözümü açmamla. Şaka gibi biriydi.

"Burada hiçbir şey tesadüf değil ama sana anlatmaya çalıştım. Öyle gözün dönmüş halde ki! Çalmamızın sebebini bile bilmiyorum."

"Konu bu değil." dedi tersçe.
"Etrafına bak burası bir taht odası." demesiyle oturur pozisyona geçip çevreme bakındım. Haklıydı. Burası çeşitli doğa motifleriyle dolu bir kraliyet odası gibiydi. Her yer kahverengi ve yeşil tonlarına döşenmişti. Yerlerde altın işlemeli mermerler ve bu mermerlerin içinde ateş böceklerine benzer yanıp sönen ışıklar vardı. Çok güzeldi ama bu güzellik büyük bir kötülüğün yansımasıydı.

CESARETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin