4.

10 4 2
                                    

Gözlerim ardına kadar açık gece olanları düşünüyordum. Her şey öyle hızlı gelişmişti ki. Bu hissi ilk defa yaşıyordum. Kendimi canlı ve özgür hissetmiştim. Sanki yıllardır içimde biriken o huzursuzluk bir anda kaybolmuştu. Damarlarım genişlemiş, göz bebeklerim büyümüştü. İçimde ismini koyamadığım ama beni müthiş bir dehşete sokan o his. Yaşam. Ne vardı ki bu duygu bana çok uzaktı. Belki de herkesin yaşamak isteyebileceği bir yerde kapana kısılmıştım. Kim olmak istediğimi seçememiştim ama kim olmak istemediğime emindim. Sürekli naif, olgun ve herkesin duruşuyla övdüğü o kız olmaktan sıkılmıştım. Eğer ben öyle biriysem bu tılsım beni neden seçti? Benliğimi yoklayıp duran o dürtüye karşı koyamıyordum. İçimde açığa çıkmaya çalışan, beni yırtıp geçmek isteyen karşı konulamaz bir dürtü. Ben kimdim? Ben kimim, kim?

Planımın mahvolmasını istemiyordum. Hele ki yeni bir düşman edinmeyi hiç... Calem'in onu kandırdığımı öğrenmesini istemeyen tarafım bir yandan da endişeleniyordu. Bu hissi kaybetmek istemiyordum. Yeni bir düşman edinmekten çok daha fazlasıydı her şey.

Calem ne olduğumu sorar sormaz pilimi bitireceğini bilmeme rağmen zamanı geriye sararak o anı yaşamamızı engellemiştim. Kullanmamam gereken güçleri kullanarak ardımda kocaman bir iz bırakıyordum. Neyse ki kimse daha tam anlamıyla yokluğumu fark etmiş değildi. Tabi bir iki kişi hariç... Onlarında şu an akıllarının ucunda bile değildim.

O elektriğin ne anlama geldiğini bilmiyordum ama en önemlisi Calem'in benim kim olduğumu sormasıydı. Sanki ben biliyor muydum? O an ne hissetmiş olabilirdi? Auramı görmediğini söyledikten sonra gelişivermişti her şey. O an aklından silinmişti oysa benimki taptaze duruyordu.

Yemek yendikten sonra odalara çekilmiştik ve ben endişe dolu halde uyumaya çalışmıştım. Neyden korkuyordum? Öğrenmesinden mi? Yoksa öğrendikten sonra başladığım maceranın bitmesinden mi? Kim bilir belki ikisinden de... Şimdi aynadan kendime bakıyorken ne kadar da canlı görünüyorum oysa. Cildim hep bembeyaz ve mattır. Şimdi ise parıldıyor ve allık sürmüşüm gibi pembeleşiyordu. Dün gece bir şeyler değişmişti ve bu değişim beni heyecanlandırıyordu. Saçlarım çok açık renktir ama sanki aralarına güneşten bir parça koymuşcasına renk geçişleri görünüyordu. Dağınık bukleler yüzümün iki tarafından sırtıma dökülüyordu. Dudaklarım ısırılmış gibi kızarmıştı. Güzel görünüyordum.

Kapının çalmasıyla irkildim. Gel demeden içeri girdi çalan kişi. Beni görünce duraksadığını hissettim ama çabucak o andan çıkarak konuşmaya başladı.

"Uykunu almışsın. Dün gece sormadın, unuttuğunu düşünüyorum ama Demir Kalp bizde." dedi. Bunun nasıl aklımdan çıktığını anlamayarak şaşakaldım.

"Sanırım beni uyutması bir tür gevşetici etki bıraktı üstümde." dedim hızlıca. Biraz daha yalan. Sonra devam ettim.

"Onunla ne yapacaksın?"

"Bilmek istediğine emin misin?" dedi kollarını birbirine geçirip kapıya yaslanarak.

Değildim. Aynanın önünden geçerek yatağın üzerine oturdum.
"Kıyafetimi güne uygun seçmem lazım." dedim ona takılarak.

"Ateşli bir şeyler giysen iyi olur o halde." Gözlerimi devirip kendimi yatağa atarken diğer cümlesiyle apışıp kaldım.

"Çünkü cehenneme gidiyoruz." Normal bir şeyden bahsedermiş gibi kapıya dönüp çıktı. Hışımla kalktım.

"Sen deli misin?" diye bağırdım koridorda arkasından yürürken.

Yüzünü bana doğru çevirip" İstersen gelme." Omuz silkti. "Şu kaçırma işini tekrar gözden geçireyim bende." Apaçık tehdit ediyordu. İşler tersine gidiyordu ve ben aptal gibi her dediğini yapıyordum. Bir noktadan sonra işleri lehime yürütmeyi başlatmam gerekiyordu. İçten içe de gülmüyor sayılmazdım. Cehenneme gitsem bağırsaklarımı bana yedirirlerdi. Yüz kilometre öteden kokumu alır ızgara niyetine beni pişirirlerdi. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olsa gerekti.

CESARETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin