1.Kısım | Orman Göz🍃

42 2 0
                                    

Bölüm Şarkısı: Mehmet Günsür-Eylül Akşamı🍂

New York, 2011

Bir sonbahar günü, yine bir okuldan çıkış saatiydi. Ela pembe kulaklıklarını takmış okul sonrası kişisel masraflarını karşılamak için yarı zamanlı olarak çalıştığı kafenin yolunu tuttuğunda fakat kendini öyle kaptırmıştı ki özenle oluşturduğu çalma listesinde yere alan hareketli bir müzik eşliğinde; her gün alışkanlık haline getirdiği, tempolu yürüyüşe, öyle ki tam karşıya geçeceği sırada kendisine doğru hızla gelen arabayı fark etmediği için yere düşüp pantolonunun yırtılarak dizinin kanamaya başlaması da kaçınılmaz olmuştu.

"Hay aksi!" diye homurdanarak ayağa kalkmaya çalıştığında acıyan dizi buna izin vermemiş, acının etkisiyle gözünden birkaç damlanın bir yol bulup akmasına engel olamamıştı. Bir kaldırım kenarında yaralı halde öylece kalakalmıştı. Ani bir frenle önünde düştüğü lüks arabayı ancak başını kaldırdığında görebildi. En azından çarpıp kaçmamıştı. Belli ki çarpan kişi hayli zengindi yoksa böyle bir araba herkesin sahip olabileceği bir model değildi.
Arabayla ilgili düşüncelerini beyninin en ücra köşesine süpürdükten sonra tekrar acıyan dizine odaklandı. Yaranın olduğu nokta rahatça yürümesine izin vermeyecekti bariz, hastaneye giderek bir temizletip pansuman yaptırsa iyi olacaktı.

Saçları biraz hafif esen rüzgardan biraz da ağlamaktan yüzüne yapışmış, görüş alanını kısıtlamıştı. Bu yüzden ona konuşan genç adamın nasıl biri olduğunu göremiyordu.
Hala kanayan diziyle uğraşıp acısıyla baş etmeye çalışırken koluna değen elle irkildi. Kendisine değen elin sahibi olduğu belli olan ses ona akıcı İngilizcesiyle "İyi misin?" diye soruyordu.

İçinden ilk olarak onu terslemek gelse de belli ki karşısındaki genç adam iyi niyetli ve çarpıp sonra da ardına dahi bakmadan kaçacak tipte olmayan, aksine çarptığı kişiye karşı sorumluluğunu üstelenip halini hatırını soran; son zamanlarda türüne pek de rastlanmayan tam bir centilmen olduğu belliydi.

Nedense bu yabancıya karşı içinden hırçınlığını bir kenara bırakıp en azından şu anda sakin davranmak geçiyordu genç kızın içinden fakat İngilizcesi mükemmeldi, Amerikan aksanıyla konuşuyordu genç adam ve sesine çok yakışan tonda bir konuşma şekline sahipti. Aynı şekilde Amerikan aksanıyla "İyiyim." diye karşılık verdi Ela. "Sadece biraz dizim acıyor." diye konuşmasına devam etti. Bir de genç adamın ses tonunun tuhaf bir şekilde güven verdiği yadsınamaz bir gerçekti.

İlk kez karşısına bu şekilde çıkan genç adama yakınlık hissetmesi oldukça ilginç ve ona çok yabancı olan bir durumdu. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamış olsa da bugün böyle bir şey ilk kez başına gelmişti işte.

Bu kader midir, tesadüf müdür bilinmez fakat bu olay sıradan herkesin yaşayabileceği bir olay gibi görünse de; sadece birkaç aydır Amerika'da yaşayan ve buradaki şartlara ayak uydurup hayatta kalabilmek için çalışmak zorunda olan New York University'de burslu okuyan bu Ela için hiç de sıradan olmayan bir durumdu. Dolayısıyla bu ona hayatın sunduğu bir işaretti belki de... Belki de bir şans.

Bu hayatta yalnızdı aslında Ela; hayat küçük yaşta anne ve babasını almıştı ondan bir trafik kazasında. Tek varlığı teyzesi Melek ve onun kızı Mine'ydi. Burada ise hem patronu hem de ev sahibi olan Kate ve Türkiye'den liseden beri hiç yanından ayrılmayan, ona her anında var gücüyle destek olan ve aynı zamanda yetimhanede birlikte büyüdüğü en yakın arkadaşı Tuğçe ile birlikte kalıyordu.

On sekiz yaşına kadar yetimhanede büyümüş sonrasında üniversiteye kadar olan döneminde teyzesinin yanında kalan Ela, çok yüksek bir puanla yurtdışı programlarından şimdi okuduğu üniversitede burslu olarak okumaya hak kazanınca müthiş bir teyze desteğiyle gelmişti Amerika'ya.

ELALI  BİR SONBAHARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin