Günlerden Cuma. Çıkış saatine sadece 15 dakika vardı ve Louis hâlâ sırasının üzerinde uyumaktaydı. Kim bilir belki de üçüncü rüyasını falan görüyordu. Çünkü resmen kış uykusuna yatmış gibiydi. Hatta salyası ağzından akmaya başlamıştı.
Yanında oturan şahıs onu işaret parmağıyla dürttü. Ancak Louis'den hiçbir tepki alamadı. Bir kez daha denedi şansını ve bu sefer parmağını karnına doğru iyice bastırdı.
“Noluyor amına...” sona doğru yüksek çıkan sesi neredeyse kısılmıştı. Mahmurlaşmış gözleriyle sınıfta olduğunun farkına varmıştı çünkü.
Din hocası bir ‘Hasbinallah’ çektikten sonra bıkkın bir eda ile dersini anlatmaya devam etti. Gerçi kimse bu yaşlı kadını dinliyor gibi görünmüyordu. Kimisi sıranın altında sevgilisiyle yazışıyordu, kimisi arkadaşıyla eve kız atma planları yapıyordu, kimisi geyik yapıyordu, kimisi ise rüyalar aleminde dolanıyordu.
“Ne var niye uyandırdın beni?” Diye keskin ama fısıldayan sesiyle sordu çocuğa. Şu anda yakasından tutup kafasını suratına geçirmek istiyordu aslında.
“Zile az kalınca uyandır demiştin.” Dedi çocuk burnundan soluyarak. Ters yapmak istiyordu ancak dayak yemekten korkan birisiydi. Bu yüzden ne kadar az konuşursa onun yararına olacaktı.
“Eyvallah.” Dedi önüne dönerken Louis. Bir yandan da Adidas ceketinin yakasını düzeltiyordu. Çocuğa fazla sert çıkıştığını biliyordu fakat uykusunun bölünmesinden nefret ederdi.
Çıkış zili çaldığında bütün öğrenciler bahçeye doğru akın etti. Louis, kalabalığa girmek istemediğinden adımlarını biraz daha ağırdan aldı. Tuvalete uğrayıp ıslık çalarak saçlarını düzeltti. Ardından da insan selinin bittiğine kanaat getirince okuldan ayrıldı.
Eve giderken de ıslık çalmaya devam ediyordu. Aklında uzun zamandır olduğu gibi yine aynı konu kurcalıyordu: Harry.
Çocuk o kavgadan sonra neredeyse üç hafta ortalardan yok olmuştu. Louis biraz da olsa korkmuyor değildi. Sonuçta onu bir köşeye sıkıştırıp bıçaklamış bile olabilirlerdi.
Aklına gelen bu düşünce midesinin kasılmasına neden oldu. Ne olup bittiğini öğrenmesi gerekiyordu.
Cebinden telefonunu çıkarıp rehberine girdi. Aradığı ismi bulunca üzerine tıkladı ve aleti kulağına götürdü.
“Oooo abim, sen bizi arar mıydın ya!” karşıdan gelen kinayeli ses sırıtmasına neden oldu. “Naber lan ceset.”
“Ceset falan ayıp oluyor yani. Louis dedik, abimiz dedik, başımızın tacı yaptık, adam bizi kara toprağa gömdü. Vay be!”
Louis, sokağın ortasında yüksek sesli bir kahkaha patlattı. “Tamam tamam, sana bir çay borcum olsun.”
“Yok, kahve isterim ben. Nede olsa kırk yıl hatrı var.”
“Ona da tamam.” Dedi Louis. Ardından asıl meseleye geldi. ”Aslında ben seni bir şey istemek için aramıştım.”
“Bunu zaten telefonda adını görünce anlamıştım. İste bakalım abim.”
Derin bir iç çekti Louis. “Hani şu üst mahalleye yeni taşınan çocuk var ya...”
“Eee.” Dedi diğer taraftaki ses.
“Şu kıvırcık saçları, yeşil gözleri olan... işte onun adresini rica edecektim senden.”
“Buluruz bulmasına da... mevzu falan mı var? Bir koşu gelirim abimin yanına.”
“Yok yok. Sen bul adresi, mevzu falan yok meraklanma.” Nedenini şimdilik kimseye söylemek istemiyordu. ‘Onu merak ettim.’ Gibi herhangi bir cümle söylese yanlış anlayacaklarını düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarmaşık | Larry Stylinson | TR version
Fanfiction"Bizi bulurlarsa..." dedi boş şişeyi sallayıp. "Döveriz." Deyip bacaklarını açarak iyice yayıldı Harry koltuğa. "O kadar adamı?" "O kadar adamı..." Harry&Louis Bottomlinson Bu bir çeviri değildir. Olaylar Türkiye'de geçiyor.