Elimdeki bıçağı bıkkınlıkla parmaklarımın arasında döndürürken gözlerimi karşımdaki sandalyede sıkıca bağlanmış halde oturan adama çevirdim. Adamın yüzü ve üstündeki yırtılmış beyaz gömlek kan içindeydi. Yarı baygındı, başı omzuna doğru düşmüştü. Ben, adamlarım ve sandalyeye bağlı adam haricinde boş olan depo, adamın sandalyesine bağlı bombadan çıkan cızırtılı ses haricinde sessizdi. Her geçen saniye biraz daha canım sıkılıyor, öfkem biraz daha artıyordu.
Bıçağı döndürmeyi bırakıp adamın yanında ayakta bekleyen Serhat'a kısaca bakıp, "Ayılt şunu" dedim. Serhat, Cengiz'in benimle birlikte İtalya'ya gelmesi için göndermesini istediğim adamlardan biriydi. Benden küçüktü. Cengiz'le yalnızca dört yıldır çalışıyor olmasına rağmen Cengiz'in gerçekten güvendiğim adamlarından bir tanesiydi.
Serhat hiçbir şey demeden yanında yerde duran kovayı alıp içindeki suyu adamın suratına sertçe döktü. Karşımda oturan adamı yaklaşık iki haftadır takip ediyorduk. Aslında bu adam planımıza dahil değildi. İki hafta önce İstanbul'a geri dönecekken Cengiz aramış ve eskiden birlikte iş yaptığı ancak daha sonra aralarının bozulduğu bir başka düşmanının, kendi adamlarıyla birlikte İtalya'da olduğunu öğrendiğini söylemişti. Daha sonra benden o adamı bu dünyada hiç var olmamışçasına ortadan kaldırmamı istemişti. Aslında gereksiz bir işti. Adamla Cengiz bağlarını uzun zaman önce koparmışlardı ve adam Cengiz' e herhangi bir tehdit oluşturmuyordu. Ancak Cengiz pimpirikli bir adamdı. Attığı her adımda sağlam taşa basmak isterdi. Bu yüzden her ne kadar daha fazla işle uğraşmak istemesem de sesimi çıkartmayıp hızlıca işe koyulmuştum.
Ama iş tahmin ettiğimden uzun sürmüştü.
Neredeyse bir buçuk yıldır İtalya'da olmama rağmen hala bilmediğim birçok tehlikeli ara sokağı ve mekanları vardı. Ben sadece işim olanlarla ilgilenmiştim. Cengiz'in ortadan kaldırmamı istediği adam da saklanmasını iyi bilen biriydi. Onu hiç canlı bir şekilde görmemiştim. Sadece Cengiz'in attığı fotoğraflarda yüzünü görmüştüm. Ancak iki haftanın sonunda dün ilk defa elle tutulur bir şeye ulaşmış, her zaman yanında tuttuğu adamlarından birini kaçırmıştık. O da şu an karşımda elleri ve ayakları bağlı halde oturan, bize biraz bile yardımı dokunmayan adamdı. Ağzından, patronunun nerede olabileceğine dair tek bir kelime bile alamamıştık.
Neredeyse tüm sicilini ezberlemiştim. Ona işkence etmiş, tehditler savurmuş, hatta bazı tehditlerimi gerçekleştirmiştim de. Fakat iki gündür bir saatliğine bile olsa gözüme uyku girmediği için artan baş ağrımla birlikte adını dahi hatırlayamadığım adam, sessizliğiyle aynı şekilde iki gündür bana işkence ediyordu.
Adam sarsılarak ayıldığında başını düz tutamayacak kadar güçsüzdü. Serhat arkasına geçip saçlarından tutarak adamın başını yüzü bana dönük olacak şekilde tuttu. Elimdeki bıçağı döndürmeyi bırakıp sıkıntıyla nefes verirken ayağa kalktım. Bıçağı az önce oturduğum sandalyeye atıp ellerimi pantolonumun ceplerine soktum ve sandalyedeki adama doğru yürümeye başladım. Tam önünde durduğumda yüzüne yaklaşmak için öne doğru hafifçe eğildim.
"Patronunun nerede olduğunu söylememekte ısrarcı mısın hala?"
"Benden..." diye başladı cümlesine ancak kelimeleri bir araya getiremeden birkaç kez derin nefes alması gerekti. "Benden hiç...hiçbir şey öğrenemezsin"
Dudaklarımın arasından kısa, öfekeli bir kıkırtı döküldü. Serhat ve İtalya'ya geldiğim zaman tanıştığım diğer üç yabancı adamımın şaşkın bakışlarını üstümde hissedebiliyordum. Ben bile kafayı yemeye başladığımı düşünüyordum. Onların da böyle düşündüğüne emindim ve bunda sonuna kadar haklılardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÖPÜCÜĞÜ 2
RomanceBir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar, kendi bahçesinde uçmaktan sıkılmış olan küçük bir Kelebek varmış. Bu küçük Kelebek'in bahçesi hem küçücükmüş hem de solmuş çiçeklerle, kurumuş ağaçlarla doluymuş. Çıplak dallar kanatlarını yaralıyor, boynu büküle...