cem karaca- resimdeki gözyaşları.
-
"Bundan emin misin?" dedi Veronika, saat gece yarısına yaklaşırken.
"Herkes hazır mı?" dedim Veronika'nın sorusunu yanıtsız bırakarak.
"On dört yaşından büyük herkese silah verdik. Olivia ve Ali çocukların yanında kalacak." dedi William.
"On dört yaşındakiler de çocuk!"
"Veronika, bundan zevk alıyormuşuz gibi davranmayı kes."
"Komutan! O... Burada." dedi Jane.
"Ne?" yirmi sekiz yıllık yaşantımda sayısız şey yaşadım ama daha önce bu kadar heyecan duyduğumu düşünmüyorum. Her ne kadar imkânsız olsada burada olduğunu söylediği kişinin Peter olmasını arzuladım. Çok değil, birkaç saniye bunu hayal edince göğüsümün orta yerinde oturan, nefes almamı engelleyen karanlık lanet kalkıverdi.
Jane kapıdan uzaklaşıp içeri girmesine izin verdi.
Farah.
"Bensiz parti mi? ne kadar ayıp!" dedi garip bir gülümsemeyle ve baygın gözleriyle.
"Bunca zaman burada mıydın? Nasıl? Orada ne işin vardı? Taşındığını sanıyordum."
"Şanslıyım sanırım. Seni tekrar görme fırsatı kazandım." dedi içeriyi incelerken.
Bakışlarımı Jane'e çevirip 'bu da ne şimdi?' der gibi baktım.
Ellerini iki yana açıp kafasını eğdi.
"Savaşacağınızı duydum. Bende gelmek istiyorum." dedi, Farah.
"Şu hâline bak! değil silah tutmak, kılıç kuşanmak, yay germek; ayakta duramazsın. Hiç değişmemişsin. Hâlâ perişan bir vaziyettesin. Çık dışarı." dedim öfkeme hâkim olamayarak.
"Komik... Perişan hâlde olan ben miyim? ben oğlumu öldürmedim. Askerlerimi öldürmedim. Sözde azınlığı kurtarmak için halkımı öldürmedim. Canımı kurtarmak için kimseyi feda etmedim. Sen katilsin Elizabeth. Sadece biraz içtim, daha iyi düşünebilecek hâlde olsam ne kadar aşağılık bi' varlık olduğunu ve koruyucuların yüz karası olduğunu söylerdim. Ah, söylemiş bulundum..." Yüzünden eksik etmediği gülümsemesiyle, yavaşça masadaki adını bilmediğim meyveye uzandı.
Jane'in belindeki kılıcı çekip hızla Farah'ın boynuna dayadım.
Ağzımı bir şeyler diyebilmek için açtım. Peter'in yüzü gözümün önüne gelince durdum. Bunlar doğru değildi. Değildi. Doğru değildi. Bunu onlarca kez tekrar ettim. Dedikleri doğru değildi.
"Kullandığın bokun etkisiyle ne dediğini bilmiyorsun. Aptal kafan yerine geldiğinde şuna kendine iyi inandır, bu katil senin kanını akıtmaktan da geri durmaz. Madem oğlum ve askerlerim öldü, sen neden yaşıyorsun? Onların yarısı kadar bile hak etmezken."
William, "Yapma komutan, kendinde değil."
Kılıcı boynuna daha çok bastırırken aptal sırıtışını izledim.
"Karşında koruyucu var, ayaklarının üzerinde durmaya devam etmek istiyorsan buna göre hareket et." dedi Mark çıplak elleriyle kılıcı tutup baskıyı azaltırken.
Kafamı çevirip ona doğru baktım. Geri çekildi.
"Hepiniz benimle aynı fikirdesiniz, yapmayın. Dünya yok olduysa senin yüzünden."
Evet, yüzyıllardır süren savaştan da ben sorumlu tutuldum.
Ona karşı inanılmaz bir öfke doluydum. Nedeni gerçekleri yüzüme vurmaktan korkmayan tek kişi olması mıydı? Belki. Fakat tamamen değil.
Geri çekildim. Sığındığım gezegenin liderine savaş açmıştım ve sarhoş bir kadının sözleriyle vakit kaybediyordum.
"Mark, onu götür."
Farah sessizce, mücadele etmeden adımladı.
Herkes odadan birer birer çıkarken, Veronika yüzüme uzun uzun baktı.
"Ne?"
"Seni hiç böyle görmemiştim."
"Nasıl?"
"Üzgün, kızgın, pişman... Fırsat verilse yere çöküp ağlayacak gibisin."
Sustum.
"Farah'ın öldüğünü düşünüyordun. Şimdi yaşadığı ortaya çıktı, ne düşünüyorsun?"
"O artık umurumda değil."
"Seni aldattığı için mi kızgınsın, koruyucuyu aldattığı için mi?"
Ağzımı açıp tek aldatışımın bu olmadığını söylemek istedim. Çocukluğum bile yalan dolanken, Farah'ın beni seviyormuş gibi yapmasına nasıl kızabilirdim?
//“Oluş, yokoluş değildir; artma veya yer değişimi de azalma değildir.”//
merkür-
![](https://img.wattpad.com/cover/256679415-288-k137043.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OLUŞ VE YOK OLUŞ (G×G)
Science Fictionİnsan, her şeyin en kutsalı olduğu gibi, en kötüsüdür de. M.