Hayatımda bıraktığı izi asla silinmeyecek bir hocam bana şöyle demişti:
'Yeni başlangıçlar, yeni sayfalar sana ne getirirse getirsin, sen kendi hikayeni yazmakta ısrar ettiğin sürece, hayat o defteri senden alamaz.'
Haklıydı belki de. Tam yirmi üç yıldır kendi hikayemde daima figüranları oynayarak hayat denen kavramın gözünde her zaman ilk harcanacak listesinde ilk üçe girmeyi başarmıştım. Bu bir gurur mu? Hayır. Tabiri caiz ise aptallık. Kimsenin hayatında başrol olmayacaksam, kimseyi de kendi hayatımda başrol yapmamam gerektiğini ve iyilik perisi olmanın her zaman sihirli çubuğun kırılmasıyla sonlandığını geçte olsa anlamıştım. Bu yüzden en güneşli havada bile adım attığım her noktasında beni boğan semtten, yaşadığım şehrin çokta tercih edilmeyen bir mahallesine taşınma kararı almış, hayatımda verdiğim en iyi karar olma yolunda ilerlediğinden bir haber, küçük ve yeni evimin kapısına doğru adımlarken buldum kendimi. Sokağın sonunda ikişer tane inşaat halinde bina gözüküyordu, onun altında Bülent Bakkal yazılı bir tabelayı söküp yerine daha renkli bir tabela asıyorlardı. Çocuklar çığlık çığlığa top oynarken, aralarından söylenerek geçen bir adam, balkonun önünde durdu ve bağırmaya başladı.
"Sedo! Taş yok mu taş, Sedo!"
Arkamda çekirdek çitleme sesleri duyar duymaz anlamış oldum ki, bu mahallenin güçlü bir dedikodu şebekesi ile karşı karşıya yaşayacaktım.
"O adam neden bağırıyor?" diye sordum aynı anda üç çekirdeği çitleyebilen ablalara. Zayıf ve kısa olan eteğini bacaklarının arasına aldı ve elinde ki çekirdeği cebine koydu.
"Şimdi şöyle oluyor: Neco Sedo'dan hoşlanıyor."
"Ama Sedo Göko'dan hoşlanıyor."
Hemen yanında ki abla konuştuğu zaman içimden dolusuna kahkaha atmak gelmişti. Neden bilmiyorum ama bu mahalleye çoktan gelmem gerekiyordu da hep ertelemişim gibi hissettim o an. Ablalar kendi arasında olayı baştan sona anlatırken onları selamlayarak eve doğru ilerledim. Kapının kilidini açtığımda önceki evime ne kadar girersem gireyim asla hissedemediğim bir şeyler karşıladı ruhumu. Belki de benim zihnimin kurgularıydı bilmiyorum ama istemsizce gülümsedim evin içine bakarken. Şehrin sıkıcı hayatından sıyrılıp buraya kaçmış olmanın hissettirdiği rahatlamayı omuzlarımda bile hissedebiliyordum en azından. Evin içi normal bir aile için küçük ama benim için kocaman bir dünyayı sığdırabilecek kadar iyi durumdaydı.
Valizlerimi mermerin üzerinde sürükleyip salonun ortasına bıraktım ve ilk işe mahalleye bakan pencereleri açıp evi havalandırarak başladım. Evin çok fazla eksiği vardı, henüz taşıma firması eşyalarımı getirmemiş olsa da şimdiden nasıl dekore etmem gerektiğini hayal edebiliyordum. Anahtarı kapının üstünden çıkarıp dışarıya adımladım ve sonrasında mahallede ne var, ne yok incelemeye, daha detaylı bakmaya başladım. Nakliye arabasının gelmesine yaklaşık on dakika kadae vardı, on dakika da birçok şey yapılabilirdi.
"Sedo! Evlenecez diyorum neden inanmıyorsun!"
"Neco bana söyleme Neco, hareket lazım hani nerede teklif, nerede yüzük?"
"Alacam dedim ya?"
"Bana gelecek kipiyle konuşma Neco!"
"Gelecek kipi ney Sedo! Daha o konuya gelmedik ya!"
Sedo isimli kadın öfleyerek içeri girdiğinde, kapının çarpma sesi tüm mahalleyi inletmişti. Neco isimli adam ise elinde ki tesbihi sallayarak buraya doğru gelirken göz göze gelmiş ve ona gülümsemiştim.
"Hayırdır bacım yolunu mu kaybettin?"
"Hayır, buraya taşındım ben."
"Niye?"
O, ifadesiz bir şekilde bana bakıp sorusuna cevap beklerken bense soruyu idrak etmeye çabalıyordum.
"Yani ne biliyim, ev vardı kiralık dediler tuttum taşındım. Birazdan nakliyeciler felan gelecek yani. Öyle. Pardon, ben kendimi tanımadım. Adım Süreyya benim."
Tek kaşını kaldırdı, elideki tesbihi bileklik gibi koluna geçirdi ve elini göğsüne vurdu. "Ben de Neco, bu mahallenin abisiyim. Bir tane daha var benden, adı Göko. Gökhan yani anlatabilüyür müyüm?"
"Evet abi."
Konuşmalar bu kadar net iken ben gram hiçbir şey anlamıyordum. Ölü balık gibi bakıyordum adamın suratına. Bu mahallenin neden bir abisi, hatta iki abisi vardı?
"Tamam, sonra dört tane delisi var. Fiko, Barış, Serdar ve Sarı Emrah. Ama şu an sarı değil."
"O zaman neden Sarı diyorsunuz?"
"Küçükken sarıymış anlüyün mü?"
"Hayır."
Tam bir şey söyleyecekken tüm mahallenin dikkatini çeken korna sesiyle her ne ise o kelime sansürlenmiş ve nakliyat aracı beni mahalle ağacı karmaşasından kurtarmıştı. Bu mahalleyi komple tanımak için en az iki ay devamlı birileriyle iletişimde olmam gerekecekti.
"Bekle sen hemen yardım çağırıyorum."
"Abicim yok ben hallederim."
Sokağın tam ortasında durdu ve parmaklarıyla iki üç defa ıslık çaldı.
"Fiko! Göko! Emrah, kooooş!"
Müstakil bir evin duvarından örümcek gibi zıplayıp gelen üç kişiye döndüm. En uzun ve sıska olanı yüzünde soğuk bir ifade ile Neco Abi'ye bakıyordu. "Abi dedik ayıp oldu ha?"
"Fiko haklıymış ulan, çok zevkli."
İç sesim nereye düştüğümüzü sorgulayıversin, nakliyat işçilerinin tek tek içeriye geçirdiği eşyaları, mahallenin gardiyanları demeye karar verdiğim üçlü diziyordu. Neyse ki aklımda ki dekor o kadar da zor değildi, bu üç adamı devamlı isteklere boğarak yeni bir dünya savaşına yol açmak gibi bir niyetim yoktu. Özellikle her an kavgaya hazır olan ve biri dövülecekse 'mevzu' diye bağırmamı, her an tetikte beklediğini söyleyen Gökhan'ı - yani Göko- bir kavgaya bulaştırmayı asla istemiyordum.
Herkes gittiğinde, hayatıma yeni giren dört duvarı inceledim yeniden. Hayat bir kez daha sürprizlere gebe olduğunu yazmıştı yeni sayfamın en üstüne not olarak. Bu mahalleye gelirken ilk şartı ben koşmuştum. Ne olursa olsun, hayatımın filmini yeniden yazıp çekecek ve başrolü ben oynayacaktım. Yeni ev, yeni insanlar, yeni karakterler ve yazılacak binlerce sayfa. Çok değerli bir ustam, okumak güzel, çok hayat okursun. Ama yazmak daha güzel diyordu. Ve şimdi kalemi mürekkebe daldırma vaktiydi. Gecenin sis gibi çöktüğü yeni sokağa gün ışıkları vurur vurmaz, başlığı atmaya hazırdım..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Semtsel Dönüşüm: Bir Mahalle Komedisi
HumorBüyükler her zaman der ki, hikayaler iki şekilde başlar; Ya biri mahalleden gider, ya da mahalleye yeni biri gelir..