Eski dönemlerin kovboy filmlerinde klasik bir sahne vardır; iki düşman kovboy, silahlarını tutarak birbirine bakar, kıyametin kopacağını anlayan tüm kasabalılar pencereleri kapatır ve sessizce ilk kurşunu kim sıkacak diye bekler. İşte o sahne, tam olarak Yurdal Tosun sokağında gerçekleşmek üzereydi. Neco, Sarı, Göko, Fiko ve az önce gördüğüm yeni eleman, Barış isimli kişi. Avengers üyeleri gibi dizilmiş, Aytunç denen adama en sert bakışlarını yolluyorlardı. Mahallenin kadınları ise balkonlara çıkıp, çekirdek yemeye başlamışlardı.
"Aa, acılı sevenler derneği de buradaymış. Nabersiniz?"
Her cümlesinden sonra ayık ayık gülmek zorunda mıydı? Sedo ile bakışırken, yüzünde ki 'işte şimdi yandık' ifade beni daha da tereddüte düşürüyordu.
"Abla, bu adam mahalleye geldiği zaman genellikle ne oluyor?"
"Neco ve diğerlerinin dosyasına artı bir yazılıyor."
"Ne dosyası?"
"Polis şeysi işte kız, ne sorguluyon. Aytunç da dokuz canlı maşallah, o kadar dayak yedi ama hâlâ gelip duruyor."
"Aytunç, oğlum sen dayak yemekten bıkmıyon mu? Yemin ediyrüm alışkanlık yaptı ha bunda, yemediği gün kötü mü hissediyor acaba?" dedi Neco, Sarı'ya bakıp.
"İyi hissettirelim biz de abi."
"Bak çok mantıklı konuştun Sarı, seni tebrik ediyorum."
Herkes kavgaya hazırlık moduna giriştiğinde öne atılıp Aytunç Bey' in dikkatini kendime çevirmiş, kavgayı önleyebilmenin duasını ediyordum.
"Aah, siz de kimsiniz? Kentsel dönüşüm lazım mı?"
Ve yine o gülüş.
"Süriş, sen aradan çık bacım, çünkü birazdan aile dışı şiddet olacak."
"Konuşarak anlaşsanız?"
"Konuşacaz işte, Aytunç'un dili dayak."
Daha fazla kelime edilmemiş ve yirmi üç yıllık hayatımın en büyük kavgasına şahit olmuştum. Her şey o kadar garipti ki, zihnimde oluşan görüntü tam bir rönesans tablosu gibiydi. Yanlışlıkla Fiko'yu tokatlayan Emrah, dayak yemekten gözü döndüğü - gerçekten görememek anlamında- için adamları bırakıp Barış'ı döven Göko ve en garibi ise kavganın içinden Aytunç'un adamlarından birini çekip çıkaran ve onunla flörtleşmeye başlayan Lebriz?
Beynim hiçbirini idrak edemeyecek kadar karmaşa bir sahneyi kaydetmişti. Aytunç ve adamları dağılmış bir şekilde giderken,' yeni dozumu almaya gelirim' diyip kahkaha atarak ayrılmışlardı buradan. Gülmek ve gülmemek arasında ki o kırmızı çizgide duruyordum.
Yaklaşık bir saat içinde sokaktaki herkes kendi işine dönmüştü. Sanki hiç kavga olmamış gibi konuşuyorlar, kahve içiyor ve çocuklar maç yapıyordu. Üstelik polis falan da gelmemişti, hatta polisin bu mahalleyi bilmediğini bile düşünmeye başlamıştım. Herkes köşesine çekilirken, Sedo ve ben çocuklara pansuman yapıyor, küçücük çocuklarla konuşur gibi azar çekiyorduk.
"Neco, ben sana her karışma dediğimde kavgaya karışıyon. Anlamıyorum ben seni ya?"
"Sen bana pansuman yap diye dayak yiyorum ben Sedo, özel anlamlar içeriyor yani."
"Oğlum sen bana niye vuruyosun?"
Gözünün üstünde buz duran Göko karışık bir alfabe ile konuşurken aynı şekilde duran Barış tövbe çekip söyleniyordu.
"Siz gerçekten kafayı yemişsiniz. Adam belli ki hasta, defalarca gelip duruyormuş. Siz niye her defasında dövüyorsunuz bu adamı?"
"Aşeriyor ellam."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Semtsel Dönüşüm: Bir Mahalle Komedisi
HumorBüyükler her zaman der ki, hikayaler iki şekilde başlar; Ya biri mahalleden gider, ya da mahalleye yeni biri gelir..