Tüm tatsızlıkların geride kaldığı bir hafta sonrasında eve tam olarak yerleşmeme çok az kalmıştı. Okullar tatil edildiği için, mahalle sabah erkenden çocukların sesleriyle uyanmış, ardından yerini mahallenin kadınlarının seslerine bırakmıştı. Fakat bu kez farklı bir telaş vardı sokakta. Tüm kadınlar ellerinde halılarla sokağa iniyor, yerlere seriliyordu. Büyük bir merakla pencereyi açtım, içeriye giren rüzgârla birlikte tatlı telaşın sesleri de duvarlarıma ilişmişti."Kıız! Süriş, varsa halı sende, getir de o da nasiplensin!"
Dedikodu şebekesinin yönetim kurulundan olduğunu düşündüğüm Hatice Abla, eteğini iki bacağının arasına aldı ve yere çöktü.
"Ya halı yok ama ne bu? Yani neden bu şekilde yollara serdiniz ki?"
Teyzelerden biri her yıl bahar ve kış girişinde bunu yaptıklarını, toplu olarak halı yıkadıklarını söyledi. İleriden mahallenin gençleri de büyük , ahşap destekleri taşıdıklarını görünce, gün sonunda bir halı sergisi olacağını anlamıştım. Bu güzel ve eğlenceli aktiviteyi bütün gün izlemek ve keyfini çıkarmak istesem de, evin içinde bir yığın iş beni bekliyordu. Sedo'nun önerdiği bir temizlikçi bu gün evi genel bir temizliğe sokmaya gelecekti. Anlattığına göre bu kadın; bu mahallenin vazgeçemediği temizlikçiymiş. Mahalledeki tüm kadınlar ondan sıra almak için çırpınırmış. Bütün mahallenin onu bu kadar çok istemesinin sebebini anlamak ve işçiliğini görmek için can atıyordum. Birkaç ay önce oturduğum sitenin de genel bir temizlikçisi vardı fakat bütün sitedeki kadınların en büyük sorunu, kadın gittikten sonra ikinci bir temizlik yapılmasıydı. Dağınık çalışıyor, ödemesini site sahibi maaş olarak yaptığı için yaptığı işe sarkıtmaya ve bizi çok ileri tarihlere verip işi boşvermişliğe sürmeyi çok iyi yapıyordu. Bu yüzden, bu durum beni heyecanlandırdığı kadar biraz da korkutyordu.
Etrafı toplayıp son bir kez aldığım temizlik malzemelerini gözden geçirirken kapının çalınmasıyla hızlı adımlarla oraya yürüdüm. Ahşap kağıyı açarken içeriye giren rüzgarla birlikte doluşan ağır, baharatlı parfüm kokusu şimdiden tüm eve sinmişti.
"Selam canım! Ben Fendiye!
Kapı pervazına kolunu yaslamış, konuşurken eve değil de karşı duvarda oturan mahallenin gençlerinden birine bakıyordu. "Merhaba Fendiye Hanım, ben de Süreyya."
"He duydum seni! Accılı Neco senden çok bahsetti." Acılı kelimesini söylerken derin bir nefes almış ve kapıya yaslanmıştı. "Sevdim seni cici kız. Evin de güzel, minimal takılıyorsun, ben gibi."
"Siz gibi?"
Konuşması ve hareketleri o kadar komik ama bir o kadar da ciddiydi ki nasıl tepki vereceğimi şaşırmış durumda, eve girişini ve odalara tek tek bakışını izlemeye devam ettim. Adımlarını sanki dünyanın en ünlü hollywood oyuncusuymuş gibi atıyor, VS mankenleri gibi kedi yürüyüşü yapıyordu.
"İki buçuk saatte biter burası, aynı kalbim gibi bembeyaz olur." Sessizce başımı sallayıp onu onayladıktan sonra tüm malzemeleri devredip mutfağa geçtim. Yeni ve kendi zevkime göre aldığım bardakları, kupaları ve tabak takımlarını tek tek yıkamaya başladım. Henüz bir bulaşık makinam yoktu, diğer evde kullandığım ise ev sahibine aitti ve çıkarmama izin vermezdi. Bu yüzden, mutfak takımı elimden öperdi.
Fendiye'nin bülbül(!) 'sesiyle indim dereye' şarkısını söylerken gülmemek için kendimi çok zor tutuyordum. Hayatımda hiç bu kadar canlı, kendinden emin bir kadın görmemiştim.
"Tatlım, soğuk suyun var mı? Ayıptır söylemesi yürüyen bir Adana parçasıyım da."
"Tabii, dolapta olacaktı." Küçük su şişelerinden birini ona uzatırken göz ucuyla temizlediği yere baktım. Mahalle halkı neden bu kadını bu kadar seviyor şimdi anlayabiliyordum; daha ufacık bir yeri halletmişti ama bir nokta dahi kir kalmamıştı. Memnuniyetimi gösteren bir sırıtışla ona baktım. Küçük şişeden su içtikten sonra geri kalanını tıpkı bir yeşilçam filmi edasıyla eline döktü ve boynuna sürdü.
"İyi misin? Ara verebilirsin istersen Fendiye Hanım."
Durdu ve şişeyi kenara bıraktı. "Ben abla olacak kadar yaşlı değilim Leyligül, bana sadece Fendiye de. "
"Tamam, Fendiye."
"Hadi ben işime dönüyorum."
Tıpkı dediği gibi işine döndü ve sonrasında hiç ara vermeden tüm evi parıldayan bir şatoya dönüştürdü. "Gerçekten bu evin bu kadar parlayacağını hiç düşünmemiştim. Ellerine sağlık."
"Sen de bir şey var Leyligül. Belli ki varlıklı bir kızsın, neden buradasın. Yani yanlış anlama, bu mahalle İstanbul'un unutulmuşlar mahallesidir. Buranın dışına çıkan ya zorlanıp geri döner, ya da büyüsüne kapılıp geri dönemez. Ama oradan kopup buraya gelmek, benim bile ilgimi çekti doğrusu."
Fendiye, tüm sorularının yanıtsız kalacağını anlamış ve daha çok üstelemeden ödemeyi alıp gitti. Günün yarısı henüz bitmiş olmasına rağmen, hemen gece olsun istiyordum. Gün ışıkları benim ruhumu köreltirken, gece karanlığı zihnimde huzuru simgeliyordu. Bu yüzden gecenin sessizliğini, günün neşesine tercih ediyordum.
Tüm bu düşünceleri yemek masasının üzerine bırakıp kendimi sokağa attım. Çocuklar köpüren halının üzerinde oynayıp ıslanıyor, ıslandıkça annelerinden azar yedikten sonra kovuluyor, kovuldukça geri gelip herkesi çıldırtıyorlardı. Neco, Emrah, Fiko ve diğer gardiyanlar da bu durumu gülerek izliyorlardı. Neco'yla göz göze geldiğimizde de elini kaldırıp selamladı.
"Vay! Benim belanın içinden gelen bacım, gitti mi Fendiye?"
"Gitti gitti, bayağı komik biri." Elini havaya savurup gülmekle homurdanmak arası bir ses çıkardı.
"Git yav ne komiği, o mahalleye girince bütün erkekler kepenk kapatıyür, aynı kovboy filmlerinde ki gibi."
"Neden?" dedim sırıtarak, hiç öyle bir havası yoktu halbuki.
Cidden mi?
"Yav kadının sulanmadığı bir dedem kaldı o da mezarını bilmiyo diye ha, nefes alan her canlıya yürüyor. Yürüyen bir şehvetmiş, öyle diyor. Tövbe ya Rabbim!"
Bu diyalogun üzerine büyük bir kahkaha atarken Neco'nun ayağa kalkmasıyla gülümsemem giderek solmuştu. Sadece benim değil, tüm mahallenin sesi kesilmişti. Mavi bir şahin modeli sağa sola savrularak mahalleye giriş yaptıktan sonra tam ortada durdu, arabanın içerisinde çok tanıdık bir sima duruyordu. Onu tanımam biraz zaman alsa da, mahalleli daha önce de geldiğini tahmin ettiğim bu adamı bildiği için evlere kaçışıyordu. Korkmuyorlardı, sadece belaya bulaşmak için uygun bir gün değildi onlar için.
Arabadan inen kişiyi tanıdıktan sonra ağzımdan ciddiyetle bir küfür çıktığında Sarı ve Fiko bana baktı. "Abla yakıştı mı şimdi sana?"
"Ben küfür etmeyi sevmem ama..." dedim ve arabanın önünde durup bize bakan ve Noyan'ın adamlarından olduğunu hatırladığım çocuklara bakıp cümlenin devamını sesli bir şekilde söyledim. "...birinin üstüne yakışıyorsa o küfürü giydiririm."
Neco bana döndü ve sırıtacak gibi yaparaken somuttu. "Bacım seni prenses bildik, sen kahvedeki Kerpeten Ali'ye döndün." dedi ve omuzlarını dikleştirdi. "Süriş sen eve geç şimdi aile dışı şiddet yaşanacak ha."
"Hayır Neco, dövüşmek yok."
"Ne yapayım Süriş, öpeyim mi adamları. Tövbe tövbe..."
Arkadan Pipet dedikleri çocuk yanımıza geldi ve göz kırparak arabanın önünde hala bekleyen adamlara döndü.
"Bak Süreyya bacı, bu mahallenin bir numaralı kuralı; bize taş atana biz çiçek atarız...Ama toprağına!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Semtsel Dönüşüm: Bir Mahalle Komedisi
HumorBüyükler her zaman der ki, hikayaler iki şekilde başlar; Ya biri mahalleden gider, ya da mahalleye yeni biri gelir..