Bölüm 2: Kılkuyruk Aytunç

224 19 15
                                    


"Nesli, Faruk. Açın kapıyı, ben dışarıda kaldım."

Yaklaşık yirmi dakikadır aynı cümlelerin tekrarı, beynimin içinde takılı kalan plak gibi dolanıyordu. Sabahın dördüydü, ses tınısından sarhoş olduğunu ve yan binada, benim bir üstümde oturduğunu anladığım adamın serzenişleri ile benim günüm çoktan başlamıştı.

"Biriniz şu adama kapıyı açsın ne olur."

Serzenişler kısa süre sonra kesilmiş, büyük ihtimalle adam eve alınmıştı. Sabah ilk işim, dedikodu şebekesinden bu kişilerin kim olduğunu öğrenmek olacaktı. Fakat uyku namına hiçbir şey kalmamıştı. Uykusu hemen bozulmaya ve dağılmaya meyilli olmak beni fazlasıyla yoruyordu. Birkaç saat sonra yeni hayatımın ilk gününde yaşayabileceğim tüm maceraları karşılayacak olmanın dehşet merakı içerisindeydim. Henüz gelişimde tanışmış olduğum iki üç kişi üzerinden yaptığım izlenim, mahallede yaşayan herkesin ayrı ayrı çatlak olduğunu hissettirmiş olsa da, kitabı kapağına göre yargılamamak en iyisiydi. Yani bu insanlar, ya gördüğüm gibi değillerdi ya da fazlası vardı. Bunu da öğrenmenin tek yolu, güneşin doğuşunu beklemekti.

Sokaktaki çocuk sesleri, simit satan satıcının bağırışları ve birbirine seslenen ablalarının kahveye çağırışları birbirine harmanlanırken, pencereleri açıp temiz havanın içeriye doluşmasına izin verip evden çıktım. En yakın bakkal, sokağın sonunda, dün tabelası değiştirilen bakkaldı. Pardon, artık bir market olmuştu.

Çevreye bakınarak ilerlerken, sokaktaki her evin birbirine benzer olduğunu, üç kattan fazlasının olmadığını görmüş, sokağın en sonunda yapılan iki inşaatın muhtemelen kentsel dönüşüme girdiğini anlamıştım.

"Kız, sen kimsin?"

Arkamı dönüp bana seslenen kişiye baktığımda, sabahın bu saatinde bu kadar süslenmiş olmasına hayranlık duyabileceğim kadın, donuk bakışlarıyla bana bakıyordu. "Ben buraya yeni taşındım."

"He, onu gördük. Adını söyle."

Aslında güzel kadındı, kendini mi kabalaştırıyordu yoksa gerçekten böyle bir yapıda mıydı, böyle mi yetiştirilmişti bilmiyorum. Gülümseyerek elimi uzattım.

"Süreyya ben."

"Süreyya mı? O ismi en son babannemin annesi kullanmış. Ama sevdim seni Süreyya kız, Lebriz ben de."

"Memnun oldum Lebriz ablacım."

"Ablayı at."

"Ne?"

"Abla değilim ben, at ablayı. Lebriz de."

Bu sokağın şebeke suyunda ne olduğunu gerçek anlamda merak etmeye başlamıştım. İki üç kelime konuştuktan sonra gitmem gerektiğini söyleyip yanından ayrılmış ve dolaşmayı bırakıp hızla markete giriş yapmıştım.

"Merhaba. Birkaç şey alacaktım."

"Telefonunuzdan sipariş verdiniz mi?"

İri yapılı ve hayattan bıkmış bakışlarıyla sessizce sorusuna yanıt beklerken gülümsedim. "Hayır, vermem mi gerekiyordu?"

"Hanımefendii! Önce telefonunuza uygulamayı indiriyorsunuz sonra sipariş veriyorsunuz! Bülent Bakkal değil artık burası!"

"Anlıyorum, evet. Ama ben daha dün geldim, internet yok yani. Bu günlük böyle olsa."

"Telefonun akıllı mı?"

"Evet. Ne oldu ki?"

"O zaman kendi internetini kullan bacım! Kaçıncı yüzyılda olduğumuzu biliyor musun sen? Aloo, heey!"

Semtsel Dönüşüm: Bir Mahalle KomedisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin