"Ben bir çiçektim ona göre. Ama koparıldığında solardı çiçekler ve beni de kopardılar. Onun dokunmaya kıyamadığı bana kıymadılar ..."
2 HAFTA ÖNCE
-Olmaz, olmaz. Olmaz!
-Sen istedin. Anlatmamı, kanamayı sen istedin.
Gözyaşları bilmem kaçıncı kez intihar ediyordu. Ama hiçbiri onun derdini anlatmaya yetmiyordu...
Ayağa kalktı sinirle. Meral Hanım'da kalktı onunla beraber.
-Ben, o var bu cehennemin sonunda sandım. Onu bulurum sandım!
-O yok.
-...
Arkasını döndüğünde dağı gördü. Kenardaki yamaç ve o ağaç gözüne çarptı. O kâbusların başladığı noktaydı arası. Her şey oradaki çınarı görmesi ile başlamıştı. Kâbuslar, anılar, gerçekler... Ve en sonunda şu an hissettiği o iğrenç duygu...
-O yanımda yok. Niye varım o zaman ben? O yanımda değilken neden yaşayayım?
-Yaşamak zorundasın. Onsuzluğa alışmak zorundasın.
-Ya da?
-"Ya da" diye bir şey yok.
-Öl diyorsun yani.
Yanındaki anahtarların arasında arabasının anahtarı da vardı. Kenarda park halinde duran arabayı açıp şoför koltuğuna oturdu. Çalıştırıp park alanından çıkardıktan sonra dağa çıkan yola doğru sürdü arabayı. Aşırı hız yapıyor, yapmalara doyamıyordu. Dağa çıkan yolu arşınlarken akıttığı gözyaşlarının sayısı belirsiz bir hal almaya başlamıştı. Ve yamaca ulaştığında sessizce arabadan indi. Çıt bile çıkarmadan ilerledi. Hıçkırıkları bile susmuştu şu an. Uçuruma doğru ilerledi.
Bir adım, bir adım daha ve bir tane daha...
-Gitmezdin değil mi?
Güldü. Onca acıya rağmen kahkaha attı. Ama o gülücükler canını daha fazla yakıyordu. Sonra birden yeniden ağlamaya başladı.
-Gittin. Benden, bizden gittin. "Canın yanmasına izin vermem" dedin. En çok sen yaktın o canı. Sana ait olan o canı en çok sen acıttın. Sen acıttın Bartuğ Hancıoğlu...
Çöktüğü çınarın dibindeki toprağa parmaklarını geçirdi. İçindeki öfke yavaş yavaş kaynıyordu tekrardan.
-Bartuğ!
Hıçkırıkların arasında kalan bağrışları defalarca yankılanıyordu. Parmaklarını geçirdiği toprağı bir şey ararcasına kazıyordu. Evet, arıyordu zaten. Yeniden her şeyi unutmanın ilacını arıyordu.
-Dayanamıyorum! Çok acıyor canım!
Hıçkırıkları sözünü kesse de devam etmekte ısrarcıydı.
-Unutmak istiyorum, bu acıyı hafızamdan silmek istiyorum!
Hep anılarında, rüyalarında gördüğü o uçurumun tepesindeydi. Dakikalardır eşelediği toprağı bıraktı, olduğu yere uzandı. Hıçkırıkları kesilmemişti. Ağladığında kızaran burnu, dudakları ve gözleri hiç bu kadar kızarmamıştı.
-Dayanamıyorum. Kalbim... Kalbim çok acıyor.
Ağacın köküne kafasını dayadı. Gökyüzü bu gün bolca misafir edinmişti kendine. Yıldızlar, yıldızlar ve yine yıldızlar... Buradan çok daha güzel duruyordu yukarısı.
Parmak uçlarının acıdığını hissediyordu. Ağlamaktan kızaran dudakları titriyordu. Gözyaşlarının daha kaçı dökülecekti böyle? Meral Hanım'ın söyledikleri aklına gelince gözyaşları daha da çoğalıyordu. Aradan saatler geçti, yavaş yavaş gün ağarıyordu. Kolundaki saate baktığında saatin tam beş olduğunu görünce buruk bir tebessüm peydâh oldu dudaklarına. Dünyanın en acı gülücüğüydü belki de bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Papatya Sevdası
Teen FictionYine aynı ses... Ona bağırıyor, gülüyor, küfrediyor... "Senin sevdiğin herkes ölüme mahkum Gece!" Kahkahalar seslere karışıyor, kulakların da yankılar oluşuyordu. "Hatırla ona yaptıklarını Gece" Ses yankılandıkça yankılanıyordu. Yine üzerinde o beya...