2. BÖLÜM "BOŞLUK"

175 77 43
                                    

"Kimsin sen, çok yakın gibi hissediyorum seni bana ama etrafıma baktığımda göremiyorum..."

Yine aynı ses... Ona bağırıyor, gülüyor, küfrediyor...

"Senin sevdiğin herkes ölüme mahkum Gece!" Kahkahalar seslere karışıyor, kulakların da yankılar oluşuyordu. "Hatırla ona yaptıklarını Gece" Ses yankılandıkça yankılanıyordu. Yine üzerinde o beyaz elbise vardı. Yine ses her seferinde daha da yükseliyordu ve yine yağmur yağıyordu. Tek değişen mekân ve o sesin söyledikleri olmuştu. Bağırmak istiyordu ama boğazını sıkan bir şey ona izin vermiyordu. Hızlı adımlarla o sokaktan uzaklaştı. Yerdeki taşlar her adımında çıplak ayağına batıyor, canını daha da çok yakıyordu. Elbisesinin yerde sürünen kısmı çamura bulanmıştı. Yakınlardan gelen bir silah sesiyle beraber hızını aniden kesip durdu. Silah sesi ve arkasından gelen sessizlik onu korkutmuştu. O ses bile kesilmişti bir anlığına. Şu an sadece kendi nefes alış verişini birde çaresizce atan kalbinin sesini duyuyordu. Yağmur durmuş, sadece nadiren birkaç ince damla düşüyordu yere. Etrafta gezdirdi iri siyah gözlerini. Burası köşkün arka sokağıydı. Ne işi vardı onun burada? Gözüne, bastığı topraktaki kan lekesi çarptı. Kanı fark ettiği an geri adım attı. Sesi yeniden duydu. Ama bu sefer ne bir melodi vardı nede kahkahalar. Ses çok yakınından geliyordu. Çok net ve yakın... "Senin yüzünden öldü o." Ses geldikçe etrafında dört dönüyor sesin sahibini arıyordu. Konuşmak istese de konuşamıyordu. O an omzuna bir el dokundu. Elin sahibi kulağına yaklaştı. O korkusundan arkasını bile dönemiyordu. Nefesini ensesinde hissetti. Kulağına fısıldadı ses. "Yoksa unuttun mu onu papatya?" 

Korku içinde doğruldu oturduğu sandalyeden. Masanın başında uyuya kalmıştı fotoğrafa bakarken. Her yeri tutulmuş bir şekilde odadan çıktı. Şoförü çağırıp köşke gittiler. Direkten kendini banyoya attı. Buz gibi olan suyun altına geçti.

Banyodan sonra giyinip odadan çıktı. Aşağıda hazır olan yemek masanın başına oturdu.  Bu gün cumartesiydi. Genelde insanlar bu güne tatil derlerdi ama onun için tatil diye bir şey yoktu. Yemekten sonra eşofman takımını giyip koşuya çıktı. Kulağına kulaklığını takıp koşmaya başladı. Her adımında daha da hızlanıyor, kendine "kim o" sorusunu sorup duruyordu. Nefes almakta zorlanır hale gelse de durmuyordu. En sonunda bir yerde tıkandı. Elleriyle diz kapaklarına dayandı. Yanda duran banka oturup soluklandı. Yanındaki su şişenin tamamını içip bitirdi. Birazcık soluklandıktan sonra yeniden koşmaya başladı.

Eve gelince yeniden duş alıp çalışma masasının başına oturdu. Odasına gelen yemek eşliğinde işlerini halletti. Gerçi çokta bir şey yemiyordu. Ölmeyecek kadar yese yetiyordu ona. Akşama kadar işlerini hallettikten sonra odasına geçti. Işığı kapatıp odadan çıkmadan önce son kez masanın üzerindeki yırtık fotoğrafa baktı. Kimdi o elin sahibi, kimdi? Akşam yemeğini de odasında yemişti. Saat on ikiyi çoktan geçmişti. Yatağın örtüsünü açıp yattı. Aradan çok geçmeden uykuya daldı.

-Uyan papatya.

Gözlerini aralayıp etrafına bakındı. Odasındaydı. Yataktan doğruldu. Üzerinde yine o beyaz elbise vardı. Yarısı çamura bulanmış olan elbise... Sesi bir kez daha duydu.

-Elbise yakışmış papatya.

-Kimsin sen!

-(Kahkaha attı sesin sahibi.) Beni bırak, sen kimsin!

-Ben Gece Güçlüer! Şimdi sen söyle!

-...

-Sana diyorum!

-Düşmedi mi cemre?

-Ne cemresi?

-Aşkın cemresi Gece, aşkın cemresi!

Korku içinde bir kez daha gözlerini araladı dünyaya. Gördüğü rüyalar ona bir şey anlatma çabasında gibilerdi. Yine bir yudum su içti. Saat gecenin ikisiydi. Üzerine ince, bol hırkasını alıp odasından çıkıp köşkün kapısına doğru ilerledi. Kapıyı açar açmaz büyülü olabilecek kadar güzel olan denizi gördü. Galiba bu evin sevdiği tek güzel şeyi denizin hemen yanı başında olmasıydı. Korkulukların altındaki boşluktan denize deydi. Teninde hissetti huzuru. Parmaklarını suyun üzerinde gezdirdi. Yumdu gözlerini, çömdü yere. Parmakları hayla denizdeydi. Ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını teslim etti denize. Ruhunu deniz kokusuyla besledi. Kalbindeki çizikleri gördü bir an. Kırıklarını hissetti. Peki, neyin kırıklarıydı bunlar? Ne kırmıştı onu bu kadar çok, ne? İçindekiler kocaman bir boşluktan ibaretti.

Boşluk...

Gece... Kendi ismine bile yabancıydı ona. Kim koydu o ismi, kim sevdi onu, kim vardı geçmişte? İşte bunların hepsi koca bir boşluktan ibaretti. Cebinden fotoğrafı çıkardı. Uzun uzun baktı resme. El bir erkeğe aitti. Elinde kırmızı ince bir ip bağlı olan bir adam... Aynısından onun bileğinde de vardı. Şimdi o ip neredeydi kim bilir. Arkada kız kulesi vardı. Resimdeki gülüşünü izledi. Mutluluktan ağzı kulakların da olan bir kız çocuğuydu. Bir beş yıl onu işte bu kadar olgunlaştırmıştı. Gülmemeyi öğretmişti hayat. Bide koca bir boşluk hediye etmişti geçmiş ona. Sonu olmayan bir boşluk... 

Papatya SevdasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin