Uzun bir aradan sonra, merhaba!
Ben Benjamin ile Rosalie yi çok özlemişim açıkçası. Onların hikayesi, beni daha farklı bir yerden, daha garip bir şekilde etkiliyor. Umuyorum sizlere de dokunuyordur.
Opia: Bir insan ile göz göze bakışmanın verdiği yoğun his.
Media'da Rosalie'nin bu bölümde giydiği elbise var.
Oy ve yorum yapayı unutmayın lütfen...
İyi okumalar...
🕯🥀
Bir şeylerin farkına vardığımızda, zihnimizde çakan şimşekler yüzünden ani gelen haykırma ve ağlama isteği kadar acı verici ne olabilir?
Ailemi kaybettiğimi anladığın o an, mezarlarındayken de böyle olmuştum. Mezarlarını görene kadar sanki yaşıyorlarmış gibi hissediyordum. Ama o toprak yığınlarını görünce, o kaybetmişlik hissi beni mahvetmişti.
Philippe'nin beni kolayca unuttuğunu anladığım an ise o his ile birlikte öfke olmasaydı yine haykırışımı serbest bırakabilirdim. Sevgili nişanlım benim ölebileceğim fikrini hemen kabullenip bir başkası ile insan içerisinde yer ediyordu. Buna karşılık yıkılmaktansa öfke duymak daha mantıklı geliyordu.
Tüm kaslarımı sıkan ve başıma ağrıları davet eden bir histi.
O çığlıklar beni çağırıyorlardı. Ve bende onlara gidiyordum. Öleceğimin gerçeği zihnimde çaktığında, hava akımına kendimi bırakmıştım. Boşluk, beni her şeyi ile sarıp sarmaladığında anlamıştım. Ve o an öyle tuhaftı ki. Öleceğim için korktum. Havada çırpınıp tekrar bir yerlere tutunmak istedim. Ama bir taraftan da o bağırışlara ulaşabileceğim için heyecanlanmıştım da. Panik ve heyecan beni daha da tedirgin etti.
Öylesine kör olmuştum ki, ne yaptığımı fark edemeyecek kadar her şeyimi kapatmıştım.
Ben ölmek istemiştim...
Ve o boşluk beni her şeyi ile sarmaladığında korkmuştum.
Yaşamak istedim...
Bedenim aşağı doğru savrulduğunda sol kolum sıkı bir şekilde yukarıdan kavrandı. Sarsılmam ile zihnimin kendine gelmesi peş peşe gerçekleşti. Ben kendimi aşağı bırakmıştım. Ve çırpınmak için kollarım havaya kalkınca, atladığım yerden tutulmuştum.
Neydi bu? Şans mı? Hayat bana ikinci şansı mı veriyordu? Eğer öyle ise bu aslında üçüncü şansım oluyordu. Yangından sonra yine hayatım kurtuluyordu. Garip. Ben ölmem gerektiğibi düşünürken, bir şekilde kurtuluyordum işte.
Başımı yukarıya doğru kaldırdım. Batmakta olan güneşin kızıl yansımaları, ifadesiz yüzlü adamın şu anda öfke ile kasılmış olan yüzüne yansıyordu. Kalın kaşları çatılmıştı. Sakallı yanakları dalgalanıyordu ve üst dudağı daha dolgun olan ağzı büzüşmüştü.
O zehir yeşili gözler, kızıl güneşin yansıması ile bana cenetti anımsattı. Bu renk, öyle güzeldi ki, ancak oraya yakışırdı. Tanrı, cennetten bir parçayı, ölmek istediğim bir anda bana gösteriyordu. Öyle güzeldi ki.
Tek eli, dirseğim ile bileğim arasındaki boşluğu sıkıca tutmuştu. Sonra beni hızlıca, tek eli ile bedenimi yukarı çekti. Bedenim hızla yukarı savrulunca boşta olan sol kolu belime dolanıp beni içeri çekti. Öyle hızlı davranmıştı ki, başım dönmüştü. Güçlüydü. Lord Drake, boş bir beden taşımıyordu. Sadece ani gelişen hareketler değil, gücü de başımı döndürmüştü.
Yüz yüze kaldık. Sadece birkaç saniye bir kolu belime sıkıca dolanmışken, bedenlerimiz birbirine yapışık kaldı. İncecik geceliğin üzerinden, onun sert bedenini hissettim. Soğuktu, ürperiyordum. Ama o an bedeninin iri ve bu kadar sert oluşundan titredim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PERVASIZ SİLSİLE (+18)
General FictionBir adam vardı. İşinin ehli, tüm ülkesinde saygı gören ve takdir edilen bir adam... Lord Benjamin Drake. Bir kadın vardı. Ülkesinin küçük bir kasabasında ailesi ile yaşayan, huzur dolu bir yuvaya sahip bir kadın. Rosalie Valerie. 1800'lü yıllarda...