Yaşam sonu olmayan bir yarışsa sonu olmayan bir yarış içerisindeyken ne için mücadele ediyorduk?
Bir gün hepimiz bedenlerimizden değil ruhlarımızdan ibaret olacaktık. Bunun farkında olarak nefes alıyorken bir o kadar farkında değil gibiydik. Geçici bir bedene fazlaca anlam yüklenilen bir diyardayken kendi ruhumuzu hiçe sayıyorduk. Sebebi neydi, hayatı kendimize zindan edişimizin?
Her zaman sorguladığım hayatı yeniden sorgularken fark etmeden aynı çıkış kapısına varıyordum. Yaşama amacımızın ne olduğunu düşünürken aklımızdan çıkan bir şey vardı: Neden kendimizi bu konunun dışında tutuyorduk? Bir şey yahut biri için yaşamak zorunda değildik. Bu hayata bir aile içerisinde gelmiştik, bu doğru. Yaratılışımız gereği, içgüdüsel olarak birilerine ihtiyaç duyardık ama bir arayış içerisindeyken kendi benliğimizi kaybediyorduk.
Diyeceğim o ki hepimiz şanslı olarak doğmuyorduk. Kendimize göre büyük ya da küçük sorunlarımız vardı. Zaman bizi bunlara alıştırırken hayatımızı monoton bir şekilde devam ettirebiliyorduk. Bazen de tüm bunların içerisinden çıkamayacakmış gibi düşünüp kendimizi kaybediyor; yalnız hissediyorduk.
Belki de hayat bize iyi-kötü bir şeyler sunarken her zaman önceliğimizin kendimiz olduğunu unutuyoruz. Biz kendimizi yeteri kadar seviyor muyduk? Kendimizi yeteri kadar sevseydik yaşam için bir amaç arıyor olur muyduk?
Şu ana kadar yaşadıklarım için oturur saatlerce ağlayabilir ya da kendimi günlerce odaya kapatabilirdim. Ama kısa süre bile düşününce hiçbir şeyin hayatımı kendime zindan etmem gerektiğine işaret olmadığının bilincindeydim.
Acısıyla tatlısıyla bu hayat benimdi. Hayatımı kendime zindan edersem ileride yer alan güzel günleri, elimin tersiyle itmiş olurdum. Bunu yapabilir miydim? Bunu yapamayacak kadar kendimizi sevmeliydik.
Hiçbir şey bizden önemli değildi.
Sonuna geldiğim bir kitabı daha rafa yerleştirirken evimi özlediğimi fark etmiştim. Birkaç ay burada kalmış olsam da bu ev, benim kendi ayaklarımın üzerinde durduğumun bir kanıtıydı. O günün üzerinden birkaç gün geçmiş ve Zahir amcalar kendilerine, bize yakın bir ev tutmuşlardı. Bu sürede hayatım durgun bir şekilde devam etmişti. Evde herkesin üzerinde bir durgunluk varken bunu hepimiz olağan karşılıyorduk. Her şey aniden gelişmişti.
Bugün ise mekandan ayrılmış ve Karan abime beni evime getirmesini istemiştim. Bunu kendi içinde sorguladığını fark etsem de bana bir şey demeden beni getirmişti. Birkaç saat burada kalıp kafamı dinlemek istiyordum. Bu gece ya da birkaç gün daha kalmak isterdim fakat Rıza denilen adamın her an ne yapacağını bilmiyor olmak bizi temkinli kılıyordu.
Kitabı yerleştirirken rafların arasından sararmış bir kağıdın düşmesiyle duraksadım. İçten içe o kağıdın ne olduğunu biliyor olsam da eğilerek onu yerden aldığımda ellerim titriyordu. Sakin hareketlerle koltuğa yerleşirken kağıdı olabildiğince yavaş açmaya çalıştım.
Gözlerimin dolmaması için savaş verirken aslında kağıttaki eskimiş yazıların ıslanmaması için gayret ediyordum.
Bakışlarım dünyanın en mühim şeyiymiş gibi altının özenle çizildiği ilk cümlede takılı kaldı.
Umut yanında olamadığı zaman Mila'nın dikkat etmesi gereken şeyler: (Not: Bu cümleyi okurken gözlerini devirme biriciğim. Biliyorum, hep yanında olacağım. Sadece sen nasıl diyorsun, ihtimal? Evet o.)
Tek başına uyumaktan korktuğunu biliyorum. Biliyorsun, çirkin müdire izin verse seni asla yanımdan ayırmayacağım ama gece uyumadan önce senin yanında olamasam da kalbinde seninle birlikte uyuyor olacağım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben Kimim
Novela Juvenil"Geçimsizim bugünlerde Kimsesizim bu yerlerde Değersizim bu ellerde Gölgesizim her gün her yerde.." Kulaklarımdan girip ruhuma sızan eşsiz melodiyi dinlerken bir kez daha yalnızlık duygusu benliğimi esir altına aldı. Acı bir tebessüm ettim, hayata k...