Jennie'den
Sabahın erken saatlerinde, daha gün ışığı bile kendini göstermezken büyük bir gürültü ile uyandık. Bağrışma sesleri gittikçe yükselirken, daha da alevlenen bir kavgaya çadırdan kafamı uzattığım gibi şahit oldum.
Efendi'yi ilk defa bu yerleşkenin ortasında, bizim çadırımıza yakın bir yerde görüyor oluşum kalp atışlarımı korkudan dolayı hızlandırmıştı. Sekiz de onun yanında yüzünden eksik olmayan soğukkanlı bir ifade ile zorla yere çöktürülen, yüzündeki belirli yerlerde oluşan çürükleri ve yüzündeki kanlarla dövüldüğü belli olan askere bakıyordu.
Çince konuştukları için bir şey anlamasam da bu askerin yapmaması gereken bir şey yaptığını ve yasaklara karşı geldiğini anlamak zor değildi. Maria da uykusundan uyanmıştı, arkamdan gizlice eğilerek bakmaya başladı. "Ne diyorlar Maria?" Sessizce sorduğum gibi Maria benim için dedikleri şeyleri çevirmeye başladı.
"Ambardaki uyuşturuculardan bir kısmını çalıp çadırında tutuyormuş. Yakalamışlar."
Cehennemden farkı olmayan ve nerdeyse hesap vermeden nefes alamadığımız bu yasaklı bölgede böylesine bir şeye cesaret edebilmesi akıl almaz bir olaydı. Efendi elindeki silahını askerin alnına doğrulttu ve son kez birkaç kelime söyleyerek ateş etti. Adamın bedenini tutan askerler kenara çekildi ve saniyeler içinde bedeni yan tarafa düştü. İçimdeki büyük korku hala yerini koruyor, gözlerim yavaş yavaş doluyordu. Az önce öldürülen adamı tutan askerler bu sefer cansız bedenini tutup kaldırdılar ve ormana doğru yürümeye başladılar. Etraftaki diğer askerler de dağılmaya başlarken Sekiz de gidecekti ki onu durdurdu.
"Maria ne dedi?"
"Kalmasını söyledi."
İçimdeki bitmeyen aksiyon daha da alevlendi, sanki tüm kanım kaynıyor, damarlarımı yakıyordu. Efendi elini omzuna koydu ve gülümsedi. Bu sefer duyabileceğimiz desibelde konuşmuyorlardı.
"Tanrım çok merak ediyorum."
"Merak etme Jennie. Sekiz buranın en eskisi. Efendi onu sever."
"Ne söylüyor acaba?"
Maria imalı imalı sırıtıp baş parmağı ile belimi dürttü. "Sevgilin değil mi? Öğrenirsin."
"Şşh!"
Gülerek omzunu silkip çadırdan içeri girdi. Ben ise hala onları izliyordum. Sekiz'in omzunu sıvazladı ve görüş açımdan kayboldu. Az önce olanlar bir film şeridi gibi gözümün önünde canlanırken Sekiz ile göz göze geldik. İçeri girmemi işaret ettiği gibi kafamı çıkardığım yerden içeri soktum.
Kahvaltıya daha birkaç saat vardı fakat gram uykum yoktu. Bu birkaç saat içinde aklımda kaçarkenki olabilecek senaryoları kurgulayıp durdum. Zihnim sürekli kötü sahnelere yer veriyor, beynimi kana buluyordu. Kan, toz, toprak, ateş, ölü bedenler ve daha fazlası. Ellerim titriyor ve soğuk soğuk terler akıyor. Tanrıdan sadece burdan kurtulmayı diliyorum saatlerce. İçimdeki çaresizlik duygusu o kadar aciz hissettiriyor ki Sekiz'in bile umutsuz olduğu kaçış planının iyi senaryosunu aklımda canlandıramıyorum.
Günün doğmaya başladığını çadırın arasından sızan güneş ile farkına varınca oturduğum yerden kalktım.
Çadırdan çıkıp etrafı radarlarım sonuna kadar açık bir şekilde taradım. Birkaç saat önceki olaydan mı kaynaklı bilmiyorum, etraf her zamankinden daha sessiz ve boş görünüyordu. Dikkatli bir şekilde Sekiz'in çadırına doğru ilerledim. Her zaman tuvalete uğruyor gibi yapıyor, duvarlara sırtımı sürte sürte arka tarafa geçerek onun çadırının oraya ilerliyordum. Sonunda çaprazımda kalan çadıra ulaştığımda yavaşça içeri girdim. Yine haber vermemiştim fakat dikkat çekmekten korkuyordum. Neyseki çalışma masasında oturuyor, önündeki kağıda bakıyordu. Geldiğimi hissedince başını kaldırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
savior on the island, taennie
FanficKim Jennie'nin bedeni, gemi kazası sonucu Lian Yu adasının kıyısına vurur. Kim Taehyung × Kim Jennie Savior On The Island by thelastn