**
48 saat önce
"Robb bunlar çok güzel!"
Beyaz gül...
Bulunması zor değil, neredeyse imkansızdı. Yıllar önce bir ay süren, binaların bile erimesine neden olan asit yağmuruyla toprak geri dönüşümsüz bir şekilde verimsizleşmişti. Kuraklık başlamış, yeryüzü adeta koca bir çöle dönüşmüştü.
O zamanlar yedi yaşındaydım.
Bir ay boyunca, asit yağmurlarından korunmak için Vertex Bilim Merkez'inin sağladığı sığınaklarda kalmıştık. Bir ay sonra dışarı çıktığımızda ise... Korkunçtu. Binaların çatısı ve duvarları yağlı boya gibi yere akmış, ağaçlar korkuluk şeklinde korunmasız kalmıştı. Ağaçların üzerini örten renkli hiçbir yaprak ya da çiçek yoktu, sadece ince soyulmuş odun parçaları... Toprak un ufaktı. Elimize aldığımızda toz parçaları gibi dağılıyordu.
Yedi yaşındaydım ama o gün dışarı çıktığımızda, koca koca adamların dünyanın yeni halini gördüklerinde hıçkırarak ağladığını çok net hatırlıyordum. Serzenişlerini, artık iş görmez bir şekilde kuma dönmüş toprağı avuçlarının içine alıp sıkı sıkıya tutarak akıttıkları göz yaşlarını...
"Seveceğini biliyordum," dedi Robb ukala bir tavırla. Ellerini kot pantolonunun cebinden çıkararak yanağımın üzerini baş parmağıyla okşadı.
"Nerden buldun bunları?"
Gözlerini kısıp bana doğru bir adım yaklaştı ve alçalttığı sesiyle "Sır," dedi.
Gülleri nereden bulduğunu merak ediyordum fakat çok sorgulamadım, çünkü onun üst tabakadan tanıdıkları olduğunu biliyordum. Ulaşamayacağı hiçbir şey yoktu, varsa da öyle çok kendinden emin duruyordu ki ben görmüyordum.
Robb'la bir hafta önce cumartesi akşamı gittiğim bir barda tanışmıştık. Ben sahnede şarkı söylerken o içkisini bir saniye olsun ondan kaçırmadığım gözlerime bakarak yudumluyordu. Onu o gün ilk defa görmedim ama o beni ilk defa gördü. İlk defa beni fark etti.
Üzerimde yaşımı daha olgun gösteren kırmızı derin yırtmaçlı kalçalarımın hemen altında biten bir elbise vardı. Sarı uzun saçlarım gergin bir atkuyruğuyla tepemde bağlıydı. Başımın her hareketinde saçlarım omuzlarıma değiyor, birkaç tutamı omuzlarımın üzerine gerisi sırtıma dağılıyordu.
Şarkı bittiğinde onu hiçbir yerde göremedim. Arkadaşlarımla dans etsem de tüm gece boyunca bakışlarım içerisinde gezinip durdu. Gelmedi ve ben de sinirlenip bardan erken ayrıldım.
Ama sonra kapının önünde arabasının kaputuna kalçasını yaslayıp benim çıkmamı bekleyen adamı gördüm. Robb'u. Kısa kumral saçları binaların üzerindeki reklam panolarından yansıyan ışıklarla parlıyordu. Üzerindeki deri ceketinin önü açıktı, elleri siyah kot pantolonunu cebinde fazlasıyla havalı duruyordu.
Bir an ne yapacağımı şaşırdım, yine de bozuntuya vermeyerek beni beklediğine emin olduğum adamın yanına doğru yürüdüm. Olduğu yerde hiç hareketlenmese de yüzünde memnun bir ifade oluştu.
Yanına gittiğimde ellerini yavaşça ceplerinden çıkardı ve doğrularak "Geciktin," dedi. "Bu kadar geç çıkacağını bilseydim, dışarıda seni beklemek yerine yanına gelip içki ısmarlardım."
"Açıkçası bana içki ısmarlayacağını düşünmüştüm, beni dışarıda bekleyeceğini değil."
Dürüstlüğüm hoşuna gitmiş olmalı ki kaşlarını havalandırarak başını hafifçe yana doğru eğdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERTEX
Science FictionYüzyıllardır aynı şey; büyük balık küçük balığı yer. ** Hikayede +18 unsurlar olacaktır, lütfen yaşı küçükler okumasın. "Benim kaybedecek bir şeyim de yok." Elini kaldırdı, çenemi iki parmağının arasına aldı. Ben canımın acımasına kendimi alıştırm...