James arabaya bindiğinde bir süre gözlerini babasından kaçırmaya çalıştı. Sonunda gözleri dikiz aynasına kaydığında babasının sakince yolu izlediğini gördü. Gözlerini ellerine çevirdi, sağ elinin parmaklarıyla sol elininkileri sıkıştırarak stresini atmaya çalışıyordu. Sohbet konusu açıp rahatlamak istedi ama neyden bahsedeceğini bilemedi. Her ay babasıyla akşam yemeği yerdi ama annesi öldüğünden beri babasıyla konuşmak bir yabancıyla konuşmaktan bile zor olmuştu.
"Nasılsın James, tatilin nasıl gidiyor?"
Babası sohbet konusu açmakta James'tan daha başarılıydı en azından.
"Bildiğin gibi."
James sohbeti devam ettirmekte de ne kadar kötü olduğunu fark edip yüzünü buruşturdu. Neyse ki babası devam etmişti.
"Nate, Sarah, John, Katherine ve Benjamin'le takılıyor musun? Tatilde de onlar görüş, sosyalleş, partile, konserlere git. Kafanı dağıt sadece, parasına takılma. İstersen yakın zamanda başka bir şehre gezi de düzenleyebilirsin arkadaşlarınla, belki başka bir şehir seni biraz rahatlatır."
James hafifçe başını salladı. Okuldaki popüler ve zengin arkadaşlarıyla mesajlaşmak ve onlarla telefonda konuşmak dışında pek ilgilenmemişti. Birkaç defa falan buluşmuşlardı. James tüm yazını Elizabeth'e ayırmıştı ve bu sürede şu anki arkadaşlıklarının temellerini atmışlardı. Yaz başlarkenki samimiyetleriyle şimdiki, yaz biterkenki, samimiyetleri arasında dağlar kadar fark vardı ve James bundan hoşnuttu.
"Evet, onlara da zaman ayırdım. Ama şehirden gitmek istemiyorum şu anlık." diyerek geçiştirdi babasını o yüzden. Babası dudak büzdü.
"Tüm yazını o kıza ayırdın değil mi? Adı neydi, Elisa mıydı?" diye sordu. James şaşkınlıkla dikiz aynasına çevirdi bakışlarını.
"Sana ondan hiç bahsetmedim." dedi. Babası güldü.
"Sarhoşken ne dediğini bilmiyorsun." diyerek açıkladı. James yutkunup hafif kızarmış yanakları eşliğinde gözlerini kaçırdı. Babasının yanından ayrılmadan sarhoş edecek kadar içmemeliydi.
"Ondan hoşlanıyor musun?"
Babasının sorusu çekingen gibi geldi James'ın kulağına. Gözlerini dikiz aynasına çevirdiğinde babasının kendine baktığını gördü. Omuz silkip:
"Hayır, sadece arkadaşız." dedi. Babası gülüp tekrar yola çevirdi bakışlarını.
"Bir zamanlar annen ve ben de sadece arkadaştık." dedi dalgın dalgın. O an kısa bir sessizlik oluştu.
"Onu özlüyor musun hâlâ?" diye sordu James. Babasının gözlerindeki yıkımı görmemek için gözlerini cama çevirdi ve art arda hızla geçen ağaçlara odaklanmaya çalıştı ama görüşü buğulanmaya ve burnunun ucu sızlamaya başlamıştı bile. İki koca sene James'ı hâlâ annesinin yokluğuna alıştıramamıştı.
"A-annen..." diyebildi babası. Arabayı sağa çekip durdu ve elleri hâlâ direksiyonun üzerindeyken derin bir nefes aldı.
"Beni aşka inandıran kadındı. Tüm hayatımı ona adamıştım ve sonsuza kadar onunla mutlu yaşamak istiyordum. Beni bulutların üzerinde gibi hissettirirdi. Bir gün bulutların arasında kaybolacağını bilsem ona daha sıkı tutunurdum." diyebildi ama devam edemedi.
Şimdi babası başını eğmiş duraksamadan gözyaşı akıtırken ve James başını cama yaslamış sertçe yutkunurken zaman bir eziyetten farksızdı ikisi için de. Birbirlerine zaman tanıdılar, bir veya iki dakika içinde kendilerine gelmeye çalıştılar ve kalpleri hâlâ paramparçayken gözyaşlarını silip her şey yolundaymış gibi davranmaya devam ettiler. Arabadan indiler, beraber restorana girip boş bir yer bulana kadar konuşmadılar. Menü geldiğinde babası garsonu selamladı ve sonunda sohbete devam edebilecek kadar iyi hissettiğini fark edip:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Bir Oğlan Çocuğu (𝓡. 𝓐. 𝓑. 𝓗𝓪𝔂𝓻𝓪𝓷 𝓚𝓾𝓻𝓰𝓾𝓼𝓾)
FanfictionRegulus Arcturus Black AU "Geriye sadece ruhu kalırken Regulus Arcturus Black sadece bir çocuktu. On sekiz yaşında, yalnız ve üşümüş bir çocuk. Tamamen karanlığa batmış ve yardım eli uzatılmayan bir çocuk." Hepimiz Regulus Arcturus Black'in hüzünlü...