24. Bölüm

12 5 9
                                    

Doğan ormanın çevrelediği, neredeyse yıkılacakmışçasına ayakta duran evin içindeydi. Etrafını saran farklı bitki kokuları, neden buraya gelmesi gerektiğini açıklıyordu.

Nedense yerinde duramıyordu. Bir sağa bir sola dönüyordu. Kendi üzerine düşeni yapmış olmasına rağmen gergindi. Her adım attığında çıkan sese uyuz olmuştu. Kalbi hızla atıyordu. Kafasında büyük bir pişmanlık hissiyatı bulunuyordu lakin nedenini çözememişti. Bir şey eksikti. Beyninin son devrelerini de yakmak üzereydi. Yine de aklını kurcalayan unsurun ne olduğunu çözememişti. Yarısı kırık kapının açılmasıyla arkasına dönecekti ki duyduğu sesle olduğu yerde durdu.

"Gözlerini kapat!" dedi Yıldız. Üzeri sarımsı sıvıyla kaplı halde gelmişti. Bir bacağının üstündeki et, parçalar halindeydi. Vücudu yanıklar ve kesikler içerisindeydi. Yüzünün neredeyse yarısı yoktu. Cesetten tek farkı hala hareket edebiliyor olmasıydı. Üzerindeki birkaç çalıntı kıyafet, aldığı darbeleri gizlemeye yetmiyordu. "Nerede?" diye tekrar konuştu.

"Ne nerede?" diye karşılık verdi Doğan. Kendisi buradaydı ve anneannesi de gelmişti. Başka ne burada olacaktı ki? Yıldız'ın kendisine neden bakılmasını istemediğini hatırladı. Aklında ufak tefek karıncalanmalar oluşmuştu. Zihnine koyduğu soru işareti o an kaybolmaya başladı. Ardından küfrü bastı. "Siktir! Ben onları unuttum. Arabayla birlikte nehrin dibindeler!"

Anneannesinin iyileşmesi için gerekli olan kan dolu torbalar şu an nehrin dibindeydi. Bir çanta dolusu kan, balıkların gözetimi altındaydı. Vampirler kendi kendine de iyileşebilirdi. İyileşme süresi, yaranın derinliğine göre uzayabiliyordu. Geçen her saniyeyse ikisinin hayatta kalıp kalmamalarını belirleyecekti.

Yıldız düşünmeyi bırakmıştı. Çünkü bir çıkış yolu göremiyordu. Kaçmak için en fazla bir veya bir buçuk saatleri vardı. Belki de o kadarlık bir süreye bile sahip değillerdi. Çürümeye yüz tutmuş ceset gibiyken de buradan fazla uzaklaşamazlardı. Bütün vücudunun iyileşmesi kan olmadan en azından yarım saatten fazla sürecekti. Bu yarım saatte olabilecekleri kestiremiyordu.

Doğan sıkı sıkıya kapattığı gözleriyle birlikte anneannesine döndü. Onu göremese bile öfkesini hissedebiliyordu. Kendi sonunu getirdiğini biliyordu. Yıldız iyileşmeden çok fazla uzaklaşamayacaklardı. Bu zamana kadar birkaç ödevini ve sınavını dahi unutmuştu. Yine de unutkanlığının bedelini canıyla ödeyebileceğini düşünemezdi. Böyle bir ihtimal, aklının ucuna dahi gelemezdi.

İçinden bir yandan kendisine küfürler ediyordu. Diğer yandan da özürlerle Yıldız'a kendisini affettirmeye çalışıyordu. "İlk başta unutmamak için koluma taktım çantayı. Sonra bir araba beni takip etmeye başladı. Çantayı birkaç saniyeliğe çıkardım," dedi ve açıklamasını yaptı. Son pişmanlığın işe yaramayacağının farkındaydı. Şu an ona kan lazımdı gereksiz laflar değil.

Ormanın içinde insan kanını nereden bulacaktı ki? Bir anda Doğan'ın yüzünde soluk ama umut verici bir gülümseme oluştu. Mantıklı bir çözüm yolu bulmuştu. Yıldız'ın kabul etmeyeceğini tahmin edebiliyordu. Lakin söylemeden kabul edip etmeyeceğini bilemezdi.

"Benim kanımı iç!" dedi Doğan.

"Hayır!" diye cevap verdi Yıldız. Ciddiyeti, kelimenin her harfinden belli oluyordu.

"Evet!"

"Hayır! Kendi torunumun kanını içmeyeceğim."

"İstemediğini biliyorum ama sonuçta ben de insanım. Senin de insan kanına ihtiyacın var. Benim kanımı içebilirsin!" Doğan'ın sözünü bitirdiğinde uslu bir çocuk gibi gülümsüyordu.

Yıldız yavaş ve üstüne basa basa konuşmaya devam etti. Ses tonu, aydınlığı karartacak kadar koyuydu. "Hayır dedim!"

"Eğer içmezsen ve yola koyulmazsak ben öldürüleceğim. Bunca zaman beni korumak için uğraşmadın mı?"

"Ama..." Cümlesi yarım kalmıştı Yıldız'ın.

"Ama falan yok! İçeceksin dediysem içeceksin!"

Doğan kararlıydı ve biraz da inatçı. Yıldız da durumun farkındaydı lakin kendi torunun kanını içmek istemiyordu. Ahlaki tarafı, tartışmaya açık bir konuydu. Yine de geçen har saniye aleyhlerine işliyordu. İyileşmediği sürece koruyabileceği bir torunu olmayacaktı.

Vampirleri atlatıp yara bere içindeyken kaçmayı zor başarmıştı. Tamamen iyileşmeden güçsüzdü. Bu haldeyken kaçmaya çalışırlarsa olası bir durumda kan emicilerden kaçamazlardı. Çok az bir ihtimal dahilinde kimseyle karşılaşmadan kurtulma şansları vardı. Saçma bir şansa güvenerek yola çıkmayı göze alamazdı Yıldız. İnsan kanına ihtiyacı vardı. Her ne kadar istemese de ulaşabileceği en yakın insan torunuydu. Başka çaresi yoktu.

Yıldız ayaklarını sürte sürte torununun yanına gitti. İstemeye istemeye Doğan'ın elini, eline aldı. Torununun işaret parmağını hafifçe ısırdı. Gönülsüz yapılan iş, ölü bedende yaşamaya çalışmak gibiydi.

Doğan, parmağına ilk diş değdiği anda bütün enerjisini kaybetti. Damarından çekilen her kan damlasıyla birlikte içi tuhaflaşıyor, bir yandan da tansiyonu düşüyordu. Elleri gittikçe üşüyordu. Vücudu dondurucuya girmiş gibi soğuyordu. Kalbini sıcak tutan tek kıvılcım özgürlüğüne kavuşma arzusuydu.

Yıldız'ın içtiği her damlayla hücreleri daha çabuk iyileşmeye başlıyordu. Yüzünde kaybolan dokular oluşmaya başlamıştı bile. Saçları aynı boyuna gelmişti. Bu uzamaya kirpikleri de eşlik ediyordu.

Doğan'sa gözlerini sımsıkı kapalı tutmaya devam ediyordu. Ayakta kalmak için direniyordu. Yıldız bir anlığına torununa bakmış ve gülümsemişti. Dışarıdan bakıldığında oldukları durumu komik bir tabloya benzetmişti. Üç bin yaşındaki anneanne, biberondan süt içer gibi torununun kanını emiyordu.

Yıldız kan içmeyi bıraktı. Doğan bir anlığına boşluğa düşmüş gibi hissetmişti. Düşmemeye çalışarak aklındaki soruları sormaya başladı. "Bu kadar mı? İyileştin mi? Gözlerimi açabilir miyim?"

"Henüz değil ama az kaldı."

"Gerekiyorsa biraz daha iç." Bu cümleyi kurduğuna inanamıyordu Doğan. Sanki bir çocuğa meyve suyu ikram edermiş gibi söylemişti. Oysa biraz daha kan kaybetse düşüp bayılacaktı. Zaten vücudu fazlasıyla hasarlıydı.

"Seni kurtarmaya çalışıyorum öldürmeye değil!"

"Şimdi ne olacak?"

"İçeriye git ve biraz dinlen. İki dakika içinde yola çıkarız."

Doğan eski evin zeminindeki tahtalara basa basa ilerledi. Her bir adımında bastığı tahta gıcırdıyordu. Evde kendisi için uzanabilecek bir yer bulmak umuduyla uzaklaştı. Eliyle parmağını tutmuş anneannesinin kanını içtiği ufak yaraya bakıyordu. Kanın damarlarından çıkışını hayal ettikçe midesi bulanıyordu. Başı dönmek ile dönmemek arasında bir ileri bir geri gidiyordu. Birkaç saniye öncesini düşünmeden duramıyordu.

Yıldız neredeyse çürümeye yüz tutmuş koltuğa oturdu. Oturduğu anda koltuktan toz taneleri havaya uçtu. Ardından yer çekiminin etkisiyle dünyaya doğru inişe geçtiler. Gözlerini toz tanelerinin hareketine kaptırmıştı. Zamanın geçiş hızına tahammülü yoktu. Bir an önce yola çıkmak istiyordu. Zihninde saniyeleri saymaya başladı. Diğer türlü ruhuna karamsarlığın filizlerinin örüleceğinden şüphesi yoktu.

Sırtını iyice koltuğa gömmüştü. Henüz yirmiye kadar saymıştı ama sıkılmıştı. Daha şimdiden misafirlikten kaçmaya çalışan bir çocuk gibi sabırsızdı. Yirmi bir, yirmi iki, yirmi üç derken içinde oluşan tuhaf hissiyata karşı koymaya çalışıyordu.

Saymaya devam ederken gözleriyle odayı geziyordu. Bu evin ilk zamanlarını anımsamıştı birden. Eskiden insanlarla dolu olan bir mahalleden arta kalan son evdeydi. Diğer evler yıllar öncesinden yıkılmış ve ortadan kaybolmuştu. Sadece bu ev ayakta kalmıştı. Rüzgara, yağmura ve yalnızlığa karşı koymuştu, tabi şimdilik.

Evin içindeki sağ kalan eşyalara bakıyordu. Fareler tarafından kemirilmiş perdelerin kalıntıları yere düşmüştü. Kırık pencereden giren soluk ışık, her şeye inat içeriyi aydınlatmaya devam ediyordu.

Gözlerini kendisine çevirdi. Ellerine ve bacaklarına baktı. Yüzünü yokladığında tamamen iyileştiğini hissedebiliyordu. Ayaklanmak üzereydi ama yapamadı. Vücudu sanki kalkamayacak kadar yorulmuştu. Hatta ayaklarının altında hissettiği tarifsiz sızının da nedeni bilmiyordu. Sonuçta kendisi bir vampirdi ve vampirler yorulmazdı. Vampirler uyumazdı ama göz kapaklarının ağırlaştığını hissediyordu.

VAMPİRİN KANI (kitap oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin