Elinde tuttuğu meşaleyle evine doğru yola koyulmuştu Yıldız'ın annesi. Alnından aşağıya doğru birkaç tutam saç teli akıyordu. Önüne gelen tutamlar, yüzündeki telaşı saklamaya yeterli değildi. Kızı eve dönmediği için oldukça tedirgindi. Oysa hiçbir zaman gözünde büyütememişti yavrusunu.
Arada sırada istemsizce elini yüreğine götürüyordu. Kalbinin çarpış hızıyla, aklındaki kötü düşüncelerin hızı birbiriyle yarışıyordu. Ruhu karamsarlığın kundağında uykuya dalıyordu.
Yıldız her ne kadar aklına eseni yapsa bile, annesinin sözünden çıkmazdı. Genellikle hava kararmadan ya da karardıktan hemen sonra eve dönerdi. Aradan geçen saatlere rağmen henüz eve gelmemişti. Bu sebepten ötürü annesi, kızını aramaya kasabaya inmişti. Bütün aramaları boşunaydı. Kimse bir şey bilmiyordu. Öğleden sonra kimse Yıldız'ı görmemişti. Annesi bir umutla eve geri dönmüş olmasını gönlünden geçiriyordu. Aslında isteği kabul olmuştu ama işler pek de tahmin edildiği gibi gitmeyecekti.
Etrafta uçuşan ateş böcekleri yeryüzüne gökyüzünü taşıyordu. Yolun iki tarafındaki ormanda, ağaçların arasından ağustos böceklerinin şakıması duyuluyordu. Dışarıdan bakıldığında yüz yıllarca hatırlanacak bir tabloyu oluşturuyordu etraf. Yıldız'ın annesi de resmin ana karakteriydi.
Meşaledeki ateş sönmeye yüz tutuyordu. Yanan kıvılcımlar hala yolu takip edebilmesi için yeterince ışık yaratıyordu. Havaya doğru uçuşan kıvılcımlar, kadının su yeşili gözlerindeki korkuyu anlamlandırıyordu. İçindeki tarifsiz çaresizliği anlatacak kelime yoktu. Kalbi her saniye daha da sıkışıyordu. Her adım atışında kendi ölümüne doğru gidiyordu.
Evine neredeyse üç dakikalık yürüme mesafesindeydi. Evinin biraz ötesindeki ahırdan ineklerin korkunç bağırışları yankılanıyordu. Ses, saniyeler içinde etrafı kaplamaya başlamıştı. Çığlıkları duyduğunda donup kaldı kadın. Elleri titriyordu ve titremeyi durduramıyordu. Elindeki meşaleyi düşürmesine ramak kalmıştı. Korkusuna rağmen parmaklarının arasına tutuşturduğu elbisesiyle koşmaya başladı. Uzun beyaz elbisesi, yollardaki toprakla kahverengine boyanıyordu. Birazdan kırmızın tonları da desenlerini kumaşın üzerine bırakacaktı.
***
Yıldız ahırdaki hayvanları teker teker öldürüyordu. Ölen hayvanların kanı, ahırın zeminini kaplamaya başlamıştı. Yıldız'ın ağzından kanlar yere doğru damlıyordu. İçtiği kanlar onu tatmin etmemişti. Daha fazlasını istiyordu. Boğazından insan kanı geçmediği sürece de kan akıtmaya devam edecekti.
Ortam insanı delirtecek kadar sessizleşmişti. Ahırın açılan kapısının gıcırtısı, geceyi dahi ürpertiyordu. Yıldız ağır adımlarla ahırdan çıktı. Aklı başında değildi. Kendisi gibi değildi. Gözlerinde yaşamın ışığı yoktu artık. Biraz sonra bütün damarlarından hayatı boyunca yaşayacağı pişmanlığın zehri yayılacaktı.
Üstündeki kıyafeti uçurumdan düşerken oluşan yırtıklarla doluydu. Vücudunda kayaların var ettiği kesiklerden akan kan, yerini sarımsı bir sıvıya bırakıyordu. Kemiklerinde oluşan birkaç kırıktan ötürü hareketleri kısıtlıydı. Yine de aldığı kokunun kaynağına gitmesine hiçbir şey engel olamıyordu.
Annesi, Yıldız'ı gördüğü an afalladı. Etraf karanlıktı ama meşaleden yayılan kıvılcımlar olanları anlatacak kadar sesliydi. Kızının haline söyleyecek söz bulamıyordu. Titrek sesiyle kızına seslendi. Cevap gelmiyordu. Tekrar seslendi ama sonuç değişmedi. Karşısındakinin kızı olduğundan bile emin değildi artık. Kendi evladına benziyordu ama onun gibi değildi. İçindeki his ona, kızından uzaklaşmasını bağırıyordu. Kızının her adımında o da bir adım geriye gidiyordu.
Yıldız ne gördüğünü bile tam olarak bilmiyordu. Annesinin kendisine seslenişlerini duyuyordu ama anlamıyordu. Söylenen kelimelerin hiçbir anlamı yoktu kulaklarında. Beyni, vücudu üzerindeki kontrolü kaybetmiş gibiydi. Duyuları körelmişti. Sadece kalbin her saniye pompalamaya devam ettiği kıpkırmızı sıvıyı arzuluyordu.
Annesi boynundaki kolyeyi bir eliyle sıkıca tuttu. Sanki kolyeden güç almaya çalışıyordu. Ne de olsa bir kış günü eşi tarafından kendisine armağan edilmişti. Kolyenin ucundaki paranın uzun ömür getireceğine inanılıyordu. Kendisi için olmasa da Yıldız'a uzun bir ömür bahşetmişti.
Korku içinde titriyordu kadın. Gözünden bir damla yaş süzüldü yanaklarına doğru. Son kez, "Yıldız," dedi çaresizce, ölümü beklercesine. Son defa geriye doğru attı adımını. Son defa baktı kızının gözlerine.
Gökyüzü yıldızlarla bezenmiş bir akşam vakti gelmişti dünyaya Yıldız. Şimdiyse yine yıldızlarla bezeli bir akşam vakti yaptığından dolayı kendisini asla affetmeyecekti.
"Yıldız! Yıldız!"
Mete'nin sesi, Doğan'ın sesine karışırken Yıldız uyanmıştı. Torununun bağırtısını duyduğunda gözlerini yarım yamalak aralayabilmişti. Göz kapaklarını açacak gücü henüz bulamamıştı kendisinde. Kirpiklerinin arasından bakışları, odaya hakim olmayı arzuluyordu. Bedenini, koltuğa yasladığı elleriyle kaldırmaya çalışıyordu. Yapamamıştı.
Geçmişin izi yüreğini deşerken alnından akan terler yanaklarından süzülüyordu. Her bir damlası tenini yakarak aşağıya doğru akıyordu. Yaşadığı gerçekliğin bir de kabusunu görmek, çökmek üzere olan ruhunu daha da dibe batırıyordu.
Birkaç denemenin ardından zar zor da olsa ayağa kalkabilmişti. Bedeninde meydana gelen tuhaflığın nedenini çözmeye başlıyordu. Her ne kadar kulağa imkansız gelse de gerçek olmuştu. Yine de olanı kendisine açıklamak istemiyordu. Şimdi bu değişikliğin hiç zamanı değildi.
Ayakta durmaya çalışırken odaya doğru ilerleyen ağır adımların çıkardığı sesi duyuyordu. Bu ses, onu tamamıyla bir kabustan başka bir kabusa uyandırmıştı. Kulaklarında inleyen kahkahayla yapabileceği hiçbir şey olmadığını anlıyordu. Yolun sonuna gelmişlerdi artık.
"İnsan olmayı nasıl başardın bilmiyorum ama seni böyleyken hemen öldürebilirim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAMPİRİN KANI (kitap oldu)
Vampireİnsan sandığımız kan emiciler ve normal insanlar... İnsanların farkında olmadan kan emicilerle birlikte yaşadıklarını fark etmesi üzerine neler olur sizce? Kan emiciler için durumu açık; bunu bilen insanı öldürmek. Peki ya öldüremezse? Kan emicileri...